ZALİMLER ARASINDA TERCİH YAPILMAZ
Mesut Uday Hüseyin ismi çok kimseye bir şey ifade etmiyor olabilir.
Ama bazıları için çok acı hatıralar anlamına geliyor.
Evet, Mesut Uday Hüseyin, geçen yüzyılın en büyük katillerinden biri Saddam Hüseyin’in torunu.
Gündemimize neden geldi diye düşünüyor olabilirsiniz.
Efendim, Türkiye vatandaşı olan bu genç dedesinin idamının 13. yıl dönümünde AK Parti hükümeti yanlısı bir gazeteye açıklamalarda bulunmuş.
İddialı şeyler söylemiş ve “İran ve ABD Irak'tan defolup gidecek, dönüşümüz yarın da olabilir” demiş.
Amerika, Avrupa ve Körfez’i arkasına alıp giriştiği 8 yıl süren savaşta hayatını kaybeden bir milyona yakın insanı hatırlamıyor bu çocuk. Enfal’i, Halepçe’yi, kimyasal silahları, yıkılan şehirleri bilmiyor.
Saddam’ın torunu eski saltanatı ve lüks yaşamı istiyor olabilir de ben hala Yeni Şafak’ın amacını anlamadım.
Amaç, Esad’ı ve İran’ı karalamaksa bunun için tarihin en büyük zalimlerinden birini aklamak mı gerekiyor?
Zalimler arasında tercih yapılmaz.
Adaletin gereği budur.
İŞÇİ ÇIKARMAK HOŞ BİR ŞEY Mİ?
İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kanal İstanbul için kullandığı ifadeye takılmış: “İsteseniz de istemeseniz de’, hoş bir tarif değil.”
Bu tip meselelerde canınızı sıksa da “iğne ve çuvaldız” meselesini hatırlatmamız gerekiyor.
Mesela İmamoğlu’nun Kanal İstanbul isteyenleri “İstanbul’a ihanet etmekle” itham etmesini nereye oturtalım?
Şimdi sorarsan “ihanet” lafı için herhalde “hoş bir şey” der.
Ya da ne bileyim “basit” meselelerden biri işte!
İstediğin yere çekebilirsin.
Bir de şu var ki insana “pes” dedirtiyor.
Her fırsatta “16 milyon İstanbullu” adına konuşan başkan “Millet kanal değil iş istiyor” demiş.
Evet, bunu söyleyen beyefendi, birkaç ay içinde 6 bin kişiyi işten çıkaran kişidir. Üstelik bu konu partisinin genel başkanı için “namus meselesi” olarak kabul edilmiş olmasına rağmen.
Tabii bu 6 bin kişi 16 milyonun içinde değildi, herhalde uzaydan geldi.
Ne diyeyim şimdi!
Kanal’a ben de karşıyım; ama her üç cümlesinden ikisi yalan olan kişilerin tepkilerini gördüğümde destek veresim geliyor.
FIKRA GİBİ
Engin Ardıç, memleketten ilginç insan manzaralarından söz edip “fıkra gibi” demiş.
Bakalım:
“Televizyon muhabiri bir gencimize soruyor:
"Kanal İstanbul projesi hakkında ne düşünüyorsunuz?" Ergen cevap veriyor: "Çok şey düşünüyorum... Memlekete çok hayırlı olacak... İnşallah bu kanalda çok güzel programlar seyredeceğiz!" Fıkra değildir, gerçektir.
Bir başka muhabir, birkaç gence soruyor:
"Mısır'daki piramitlerin Türkiye'den çalınıp götürüldüğü söyleniyor, ne dersiniz?" Biri şöyle cevap verdi:
"Peşini bırakmayalım...
Takipçisi olalım... Geri isteyelim!" Öteki de şöyle dedi:
"Bu ne sorumsuzluk? Hükümet nasıl göz yummuş? Bu ne biçim yönetim?" Yok, bunu söyleyen vallahi Kılıçdaroğlu değil.”
FIKRA
Mahkemede hakim davacıya sormuş:
– “Kazadan sonra size ‘Nasılsınız?..’ diye soran otoyol polisine ‘Çok iyiyim, harikayım’ demişsiniz, şimdi tam tersini söylüyorsunuz ve tazminat istiyorsunuz!”
– “Efendim atım Karataş.”
– “Bırak şimdi atını matını… Olayı anlat..!”
– “Efendim, müsaade ederseniz olayı arz edeceğim, atım Karataş ile otoyolda giderken kamyonun biri bize çarpınca ikimiz de yolun kenarına fırladık, müthiş canım yanıyor ve kımıldayamıyordum, yattığım yerden atımın acı dolu feryatlarını duyuyordum tam o sırada otoyol polisi geldi, atın iniltilerini duyunca ona yöneldi, tüfeği ile tam alnının ortasından vurdu, elinde dumanı tüten tüfekle benim yanıma geldi, “Atının durumu çok kötüydü hallettim” dedi ve “Peki, sen nasılsın bakalım?.. ” diye sordu. Affedersiniz; ama siz olsaydınız ne yapardınız!”