SÖYLEYENE BAK!
SİYASET GEMİSİ / KÖŞEDEN KÖŞEYE
SÖYLEYENE BAK!
Yalçın Akdoğan (Star):
“Bir kere siyasette ‘Kürtler` diye mono blok, tek düze, tek kelimeye indirgenecek bir kavram kullanmak son derece yanlıştır. Bu yanlış kullanım Türkler için de, Müslümanlar için de, eğitimliler veya köylüler gibi sosyolojik tanımlamalar için de geçerlidir.
Herhangi bir parti kimlik siyaseti yaparak belli bir dini, mezhebi, etnik gruba yönelik siyaset yapıyor olabilir, ancak siyaset yaptığı bu grubu kendi tapulu malı gibi göremez. Tüm bu gruplar bugün de, siyasi tarihimiz boyunca da çok farklı siyasi partiler tarafından temsil edilmişlerdir. Bir grubu temsil iddiasında bulunmakla bir gruba sahiplik iddiasında bulunmak aynı şey değildir.”
Doğru tespitler; ancak insana yine de “söyleyene bak” dedirtiyor.
PKK ile görüşülürken en önemli aktörlerden biri olan, HDP`yi “Kürt siyasi hareketi” tanımlamasına iyice yerleştirmek için “Dolmabahçe görüşmeleri” yapan kişidir Akdoğan.
Çözüm süreci adı altında PKK`nin silahlı vesayetini güçlendirmesi için ona her türlü imkanı sunanlar, PKK`nin silahlı gücünün etkisiyle HDP güçlenip oyları süpürünce rahatsız oldular.
Büyük oranda tasfiye oldu Akdoğan ve ekibi ve şimdi bilimsel tespitlerle geçmişteki hatalarını unutturmaya çalışıyorlar.
Deniz Zeyrek (Hürriyet):
“1) MHP, 7 Haziran 2015 seçimlerinde alıp 1 Kasım 2015 seçimlerinde AK Parti`ye kaptırdığı seçmenlerin bir kısmını ittifak içinde geri alabilir.
2) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan`ın oyu her durumda ‘cumhur ittifakı`nın parlamento oyundan yüksek olabilir.
3) CHP`nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce`nin alacağı oy CHP`nin parlamento oyundan hissedilir seviyede yüksek çıkabilir.
4) Tersi beklense de (CHP`den gelecek tepki oyları sayesinde) HDP`nin oyu Selahattin Demirtaş`ın oyundan yüksek çıkabilir.”
Bir meseleyi iyice izah etmeseniz “olabilir” şeklindeki tezleriniz kolaylıkla “olmayabilir” şeklinde itirazlarla karşılaşabilir.
Mesela 1 ve 2. Maddelerdeki iddialar…
Erdoğan zaten milliyetçi bir dil kullandığına göre o oylar neden dönsün?
Bir de MHP`ye oy verip de Erdoğan`a oy vermeyeceklerin varlığı ayan beyan ortadayken Erdoğan`ın oyu nasıl oluyor da “Cumhur ittifakı”nın oylarından fazla olabiliyor?
Gelelim Muharrem İnce Meselesine…
İnce`nin ilk turda CHP`den fazla oy alması Kılıçdaroğlu`nun koltuğunu sarsmaz mı? Buna rağmen Kılıçdaroğlu, İyi Parti ve HDP`ye oy gitmesine karşılık bir çaba içerisinde olmaz mı?
Mehmet Yavuz (Doğruhaber):
“Cumhuriyet tarihinin en ilginç seçimlerinden biri olacağa benziyor.
Partiler arası geçişgenlik ve geçirgenliğin en yüksek katsayıya sahip olduğu bir sürece tanıklık ediyoruz.
‘Birbirinin yanında asla yer alamaz' gözü ile bakılan partiler veya siyasi kişilikler birbirlerinin yanında yer almakla kalmıyor, birbirlerinin listelerinden seçimlere giriyor.
İki kutuplu dünya gibi iki kutuplu bir Türkiye inşa etmeye çalışan siyasi çevreler, birbirlerinin tabanlarına oynayarak oy kapma telaşesine düşmüşler.”
Gerçekten de son derece ilginç bir seçim.
Sağ, sol, muhafazakar gibi tanımlamaların anlamını bu derece kaybettiği bir seçim dönemi daha yaşandı mı bilmiyorum?
Tabii böyle dönemlerde iyi arşiv taramaları yapılır ve bununla rakipler zor durumda bırakılmaya çalışılır.
“Dün öyleydi, bugün böyle” şeklinde karşılaştırmalar yapılır, rakipler bunun üzerinden vurulur.
Bu arada vaat çıtaları yükselir, “ben yaptım” diyenlere karşılık “ben yıkacağım” diyenler kendini gösterir.
Aslında partilerin çoğu için söylenecek slogan bellidir: “Yok birbirimizden farkımız; ama biz …”
Sami Kohen (Milliyet):
“Türkiye`nin geçirdiği sıkıntıların sebebini tamamen dış mihraklara atfetmenin iki sakıncası var: Birincisi, Türkiye aleyhinde dış komplo algısının bir saplantı haline gelmesi sonucunda, yaşanan sorunların diğer gerçek nedenleri üzerinde gereği kadar durulmaması ve ona göre çözüm aranmamasıdır. Son para krizinin gösterdiği gibi, sorunun cari açık, dış borçlar, yüksek enflasyon, yapısal reform ihtiyacı gibi asıl nedenlerine inmek ve durumu düzeltecek tedbirler almak şarttır. Böyle bir ortam yaratılmadıkça, dış ve iç manipülasyonları önlemek zordur.
Dış odaklı komplo algısı üzerinde abartılı şekilde durmanın diğer sakıncası, bunun dış politikada da ciddi sıkıntılar yaratmasıdır. Dış güçlere karşı sergilenen suçlayıcı, sert tavır ve üslup birçok ülkeyle ilişkileri germekte, diplomasi alanını daraltmaktadır. Üstelik kamuoyu da bunun etkisi altında Türkiye`nin dostunun olmadığı, herkesin kendisine düşman kesildiği gibi yanlış bir kanıya kapılmaktadır...”
Sami Kohen, tam olarak olmasa da “kral çıplak” demeye çalışıyor.
Özellikle “dış borçlar ve cari açık” meselesine çözüm bulma adına hiçbir şey yapmayanların sadece “dış komplo” üzerinden algı oluşturma çabalarının iyi niyetli olmadığı ortada.
Tamam, ikide bir çıkıp IMF`den kurtulduğunuzu söyleyeceksiniz, bu doğru; ama kamuoyuna bu kadar yüksek dış borcu da izah etmeniz gereklidir.
Özcan Yeniçeri (Yeniçağ):
“Yetkiyse yetki, tek başına iktidarsa tek başına iktidar, kararsa karar hepsi on altı yıldır bir kişinin iki dudağı arasındadır.
Süreç başlayacak diyor başlıyor. Sona erecek diyor sona eriyor. Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplanacak diyor toplanıyor. Suriye'ye müdahale edilecek diyor ediliyor. "BOP Eş başkanı oldum" diyor, oluyor.
Kısacası Türkiye'de o, on altı yıldır ne istiyorsa o oluyor!”
Özcan Yeniçeri eğer hafızasını kaybetmediyse demek oluyor ki, son derece kötü niyetlidir.
Yani son birkaç seneden yola çıkıp “on altı yıl” söyleminde bulunmak adil değil.
Erdoğan ve Ak Partinin gel gitlerini, yanlış politikalarının memlekete maliyetlerini gündeme getirebilir ve bunun üzerinden eleştirilerinizi paylaşabilirsiniz ve bu konuda çok fazla da veri bulabilirsiniz. Ama “on altı yıl” diyecekseniz biraz durun diyeceğim.
Bu on altı yıl içinde “askeri vesayetin” olduğu yılları, “yargı vesayetini” ve hatta “FETÖ vesayetini” dikkate alırsanız “iktidar” ile muktedirlik” arasında çok fark olduğunu siz de anlarsınız.
Bunun için öyle arşivlere falan da girmeye gerek yok!
Mehmet Barlas (Sabah):
“Bir yandan Amerika'nın bir yandan da İsrail'in uluslararası hukuku hiçe sayan eylemleri ile en açık ve en sert biçimde uğraşırsanız, sade ekonominize değil, güvenliğinize ve bütünlüğünüze de beklenmedik kuşak altı vuruşların gelmesine hazır olmalısınız.
Hem PKK'nın, hem FETÖ'nün birer Amerikan projesini anlamış olduktan sonra ve hem Gezi kalkışmasını hem de 15 Temmuz darbe girişimini yaşadıktan sonra, "Acaba dolar durup dururken neden rekorlar kırıyor" diye şaşırmanızın anlamı var mıdır? Algı operasyonlarının sadece Türk Lirası'nı vurmasına bir nevi şükretmeliyiz...
Ya da Rus uçağını düşürenin hangi dürtüyle bu eylemi yaptığını, 15 Temmuz'da F16 pilotlarının çoğunun FETÖ'cü olduklarını anladıktan sonra kavramadık mı? Rus uçağı krizi turizmimizi ve dış ticaretimizi vurmamış mıydı?
Ya da Gezi kalkışması öncesinde faizlerin yüzde 4'ler düzeyinde olduğunu unuttuk mu?”
Mehmet Barlas`ın dedikleri doğru. Özellikle son cümlesi meseleyi net olarak ortaya koyuyor.
Ama…
Ama Barlas`ın da dışarıyı suçlarken hükümetin yaptığı hatalardan hiç söz etmemesi dürüstçe bir tutum değil.
Küresel bir sistemde yaşıyoruz ve hemen her şey birbirine bağlı.
Eğer küresel sistemin önemli aktörlerine karşı çıkıp “bağımsız bir siyaset” uygulayacağınızı söylerseniz ekonomik olarak en azından bazı alanlarda kendi kendinize yeterli olmanız, bazı alanlarda ise belirleyici bir konumda olmanız gerekir.
Sedat Ergin (Hürriyet):
“Geçen hafta sonunda ilan edilen resmi sonuçlara göre sandıktan 54 milletvekiliyle birinci çıkan grup, Şii dini lider Mukteda El Sadr`ın (44) komünistlerle ve liberallerle birlikte kurduğu ‘Reform İçin Devrimciler İttifakı` oldu. Bu ittifakın başarısının arkasında Irak`ta artık dizginlenemez hale gelen yolsuzlukların ve kurumsal çöküşün geniş halk kitlelerinde yol açtığı tepkiler yatıyor. Sadr`ın seçim programının ana unsurlarından biri okul ve hastane inşa etme vaadi oldu.
Sandıktan Sadr`ın önde çıkması ABD açısından büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Sadr, 2003 işgali sonrasında başında bulunduğu ‘Mehdi Ordusu` adlı milis örgütü ile ülkedeki ABD ordusuna karşı savaşmış bir aktör. Ülkedeki yabancı güçlerin gitmesi Sadr`ın en kuvvetli kampanya hedeflerinden biriydi. Sadr`ın iktidara gelişi, ülkede 7 bin kadar askeri bulunan ABD`nin bu ülkeden erken bir tarihte çekilmesine yol açabilir.
Ancak, ABD aleyhtarlığı ve bir Şii din adamı oluşu Sadr`ın İran`a yakın olduğu anlamına gelmiyor. Sadr, İran`ın Irak üzerindeki nüfuzuna da şiddetle karşı çıkıyor. Zaten artık kendisini öncelikle bir Irak milliyetçisi olarak tanımlıyor ve her vesileyle mezhepler üstü bir anlayışı hâkim kılmaya çalıştığını söylüyor. Suudi Arabistan ile kurduğu ilişkiler de İran`ı dengeleme arayışını yansıtıyor.”
Sedat Ergin önemli bir analiz yapmış.
Öyle görünüyor ki, Irak seçimleri yeni kaosların kapısını açacak.
Çünkü seçim sonuçlarından Irak üzerinden hesaplar yapan Amerika`da İran da rahatsız.
Seçimden birinci çıkan koalisyon hem İran`a hem de Amerika`ya mesafeli görünüyor. Ama Amerikan tarafının da ve İran tarafının devre dışı olduğu bir hükümet de mümkün görünmüyor.