SİYASET GEMİSİ / KÖŞEDEN KÖŞEYE: CHP iflas etmiş!
Fehmi Koru (fehmikoru.com):
“Teklifin ilginçliğini herhalde hemen fark etmişsinizdir: CHP`li bir milletvekili, CHP`li —hatta Saadet Partili de— olmayan bir ismin Saadet Partisi tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesini temenni ediyor ve bunun için gerekli 20 milletvekili imzasını kendi partisinin temin edeceğini kamuoyuna açıklıyor.
Herhalde partisinin yetkili kişilerinin de bilgisi dahilinde yapılmıştır o açıklama…
Oysa, CHP, 2007 yılında Gül`ün cumhurbaşkanlığı adaylığına şiddetle karşı çıkmış, e-muhtıra günlerinde bu gelişmeyi durdurmak için kendisine başvurulmasını bekleyen Anayasa Mahkemesi`nden o meşhur 367 kararını çıkartmış, AK Parti`ye sonradan ‘cumhur-başkanlık sistemi` yolunda kapıyı aralayan cumhurbaşkanını halka seçtirme amaçlı referanduma gitme zorunluluğunu dayatmıştı.”
Gül`ün aday gösterilmesini isteyen kişi CHP`li vekil Dursun Çiçek.
Evet evet, yanlış okumadınız, meşhur “AK Parti ve Gülen`i bitirme planı” davasının en önemli sanığı Dursun Çiçek istiyor bunu.
Abdullah Gül, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt`ın deyimiyle “özde değil sözde laik” olduğu için cumhurbaşkanlığına aday olması tepkiye neden olmuş, “27 Nisan e-Muhtırası” bu yüzden servis edilmişti.
Dursun Çiçek “tevbe” edip laiklikten vazgeçmediğine göre ne değişti?
Abdullah Gül`ün de “sözde” laiklikten “özde” laikliğe geçtiğini söylemek biraz zorlama olur sanırım.
O zaman…
O zaman ortaya şu çıkıyor ki, CHP ve Kemalistler bir aday bile ortaya koyamayacak kadar büyük bir çöküş içerisindedirler.
Bu iflastır.
Bu yüzden CHP`li vekil İlhan Cihaner isyan ederek şunu diyor: “CHP sağcı aday göstermelidir demek, cehennemin yoluna taş döşemektir.”
Ertuğrul Özkök (Hürriyet):
“Onu en iyi tanıyanlardan birinin yalancısıyım...
Şu Cihangir`den girip Nişantaşı ve Etiler`den çıkıp...
Baş üstünde baş bırakmayacak, beden üstünde kelle komayacak şu ekran yiğidosu var ya...
Meğer geçmişte bayağı ilginç bir sicili varmış...
Cihangir seri katili bir tövbekâr palyaçoymuş
Cihangir seri katili, çocukların yaş günlerinde, düğünlerde profesyonel palyaçoluk yapıyormuş...”
Ertuğrul Özkök, Akit Tv spikerinin sözlerine tepki gösteriyor; ama bu arada kendi geçmişine hiç bakmıyor.
28 Şubat sürecinde Genelkurmay`ın ağzından “Gerekirse silah bile kullanırız” manşeti atan gazetenin yayın yönetmeniydi Özkök.
Osman Özbek adında bir general dönemin başbakanı Necmettin Erbakan`a hakaretler ettiğinde “Bundan daha ağır sözler de gelecek” manşetini atan gazetenin yayın yönetmeniydi Ertuğrul Özkök.
O yüzden Özkök`e tavsiyemiz bir kenara çekilip “suya-sabuna dokunmayan” yazılarına dönmesi.
Çünkü arşivleri o kadar rahatsız edici ki, kendisi bile girse burnunu tıkar diye düşünüyorum.
Yani dememiz o ki, bu meselelerde “cemaziyelevveli” de hesaba katmak gerekir.
Ve günümüz teknolojisiyle Özkök`ün “Cemaziyelevvel”i için yaşlı birilerini bulmaya gerek yok, arşivler yeterlidir.
Ahmet Takan (Yeniçağ):
“Dershaneleri kapatıldı, kadroları ihraç edildi... FETÖ , Eğitim Bakanlığı'ndan temizlendi mi?.. Bataklığı kurutmadıktan sonra sivrisineklerle mücadele etseniz ne yazar!.. Evet, aynen öyle!.. FETÖ'nün tasfiyesi ile devlet kadrolarına diğer cemaatlere yer açıldığı ve bunlar arasındaki kıyasıya rekabetin devlet mekanizmasındaki çürümeyi hâlâ sürdürdüğü bir gerçek. FETÖ'nün ürediği ana kaynak neresi?.. Said Nursi denen vatan haini.”
Ahmet Takan adındaki kişiye sormak istiyorum: Said Nursi ne yaptı da “vatan haini” oldu?
Bu memleket için milis güçler oluşturup işgalcilere karşı savaştığı için mi haindi?
Bu memleketin inancına, değerlerine sahip çıktığı için mi haindi?
Said Nursi`deki cesaretin ve onurun zekatını verseler hepinize yeter!
Sadece bir örnek!
İşgalci İngiliz`in papazına şöyle cevap vermişti: “Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hattâ bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor”
Aslında cevap vermeye bile değmezdi, ama bazı şeylerin normalleşmemesi adına bu satırları karaladık.
Ahmet Takan için ise internet sözlüklerinde geçen şu ifade yeterlidir sanırım:
“Ahmet Takan, Gül`ün eski danışmanı diye tanıtılır; ama hiçbir dediğinin çıkmamasıyla, hiçbir öngörüsünün tutmamasıyla bilinir.”
Elif Çakır (Karar):
“Yüzde bir buçukluk oyuna rağmen Saadet Parti`sinin yarattığı rüzgar olağanüstü. Türkiye`nin iç ve dış siyasetine ilişkin gözler anında Temel Karamollaoğlu`na çevriliyor. Ne söylediği nasıl yorumladığı merak konusu...
Bir anda 2019 seçimlerinin, seçim ittifaklarının kilit partisi haline geldi.”
Erdoğan karşıtlığında nereye yöneleceğini bilemeyen “küskünler”in umudunu dile getiriyor Elif Çakır. Yoksa değerlendirme böyle mi olurdu?
Suriye konusunda tam zıt kutuplarda duranların bile duruşlarını “karşıtlık” temelinde şekillendirdiklerini görmek ibret verici.
Yani demek islediğim şu: Elif Çakır acaba bize A. Davutoğlu ile T. Karamollaoğlu`nun Suriye`ye ve Esad`a bakışını da yorumlayabilir mi?
Oral Çalışlar (Posta):
“Uçağımız geceyarısı Senegal`in başkenti Dakar`a indi. 8 sene önce geldiğim Senegal'e ilişkin ilginç gözlemlerimden birisi şuydu: “Senegal`deki din siyaset ilişkisinin Türkiye`dekiyle olan farkını en çarpıcı şekilde yansıtan noktalardan biri, Ticaniliğin algılanmasındaki fark. Senegal, bir ‘Ticaniler` ülkesi. Ticani sözcüğü, Türkiye`de tehlikeli çağrışımlar yapan bir sözcük. Örneğin Ticanilerin heykellere karşı oldukları, hatta Atatürk heykellerini kırdıkları söylenir. Ama Senegal`de, Ticaniler, laikliğin ve demokrasinin temelini oluşturan en önemli faktörlerden biri sayılıyorlar.”
Oral Çalışlar eski ezberlerini devam ettiriyor.
Özellikle “Ticaniler” üzerinden…
Bir defa heykellere karşı olmak Oral Çalışlar için neden “tehlikeli” bir çağrışıma sebep oluyor? Önce bu önyargıdan kurtulsun Çalışlar!
İkinci mesele o dönem yaşanan zulümler…
Ezanın yasaklandığı ve müezzinlerin “Türkçe ezan” diye bir şarlatanlığa zorlandıkları, Kur`an dersi vermenin suç olduğu bir dönem…
Ticaniler o dönemde “Türkçe ezan” dayatmasını kabul etmeyerek iyi bir direniş sergilediler. Ezan vakitlerinde Ankara`nın belli yerlerinde ezanı aslı gibi okuyarak laikçi faşizmi protesto ettiler.
Her ezan okuyan yakalanıp cezaevine atıldı; ama bu direniş devam etti.
Cezaevleri laikçi zorbalığı protesto eden Ticanilerle doldu.
Tek partinin baskıcı yönetimi onlarla baş edemeyince kirli yollara yöneldi ve kumpaslarla onları karalamaya çalıştı.
Bu arada heykel kıranların çoğunun Ticaniler değil de kimi “satın alınmış” kişiler olduğu çok sonraları ortaya çıkacaktı.
Birazcık araştırsa bu bilgilerin tümüne ulaşabilecekken Oral Çalışlar, ezberleri üzerinden değerlendirme yapmaya devam ediyor.
Engin Ardıç (Sabah):
“Bir grup partili grup yapmış, ismini de "Ortak Akıl Platformu" koymuşlar.
Sivil toplum örgütü oluyor galiba...
Grup CHP'li. (…)
Bakalım başka ne akıllar fikirler üretmiş bu Ortak Akıl Platformu...
Dış politika aklı üretmiş...
"CHP, AKP'nin maceracı ve tutarsız dış politikası yerine Atatürk cumhuriyetinin dış politikasının partinin kuruluş felsefesine dönülmesini sağlayacak ulusal uzlaşının öncüsü olmalıdır" diyorlar...
Türkçe bozukluğunu ve cümle düşüklüğünü görmezden gelir, laf kalabalığını da sıyırıp atarsak, "otuzlu yılların" dış politikasını istiyorlar.
Demek ki, Tayyip Erdoğan'ın Amerikan emperyalizmine kafa tutması hem maceracı, hem tutarsız, hem de Atatürkçü değil! Kendini Avrupa'ya ezdirmemesi kuruluş felsefemize aykırı!
"Yerli ve milli" söylemi de çok ayıp bu durumda...
Buna karşılık Missouri zırhlısını bağrına basan Milli Şef rejimi ve de Celal Bayar'ın "NATO'ya niçin girmediniz paşam" sorusuna "aldılar da girmedik mi Celal Bey" diye cevap veren İsmet İnönü pek Atatürkçü!”
Engin Ardıç yine birilerini can evinden vurmuş.
Bir iki soru da ben sormak istiyorum:
“Atatürk cumhuriyeti”nin dış politikası ne idi?
Adaları Yunanlılara veren, Lozan`da “feragat ettik” diyerek bazı taleplerinden vazgeçen dış politika mı?
Peki ya Hitler Almanya`sına duyulan yakınlık…
Ve son bomba!
“Aldılar da mı girmedik”
Yani İnönü de NATO`cu imiş öyle mi?
Faruk Beşer (Yeni Şafak):
“İki gün önce şöyle bir tivit attım:
“Sağlık Bakanlığı yetkililerine sesleniyorum. Yoğun bakımlarda kadınları ayrı, erkekleri ayrı odalarda tutmak mümkün değil mi? Hastaları çıplak tutmak bir zorunluluk mu? Öyleyse kadına kadın, erkeğe erkek doktor nezaret edemez mi? Bir giren beni bir daha oraya koydurursanız hakkımı helal etmem diyor, bundan memnun musunuz?” (…)
Peki, sonra ne oldu? O belli televizyon ve gazeteler meseleyi yine cinsellikle ilişkilendirdiler ve bu fakire ağızlarına geleni söylediler. (…)
Hepsine cevap vermek mümkün değil. Sadece o seviyesi belli tetikçiden söz edeyim. Bizim mahalleden devşirdikleri, kişilik kalibresini herkesin bildiği tetikçiden. Neden ondan başladım, çünkü bizim mahalleyi o biliyor. Onun rehberliği olmasa öbürleri neyin ne olduğunu anlamaz, pek çoğu da zaten bu kadar alçalamaz.
Ebrehe Kâbe`yi yıkmaya gelirken ona ücret karşılığında rehberlik edecek Mekkeli birisini buldu, Ebu Riğâl. Adı ‘Hain Ebu Riğal` olarak tarihe geçti. İşte bizim ebu riğalimiz de yıllar önce bu fakire yine bir sataşmıştı. Ben de kendisini muhatap almamış, patronuna, bu adam ne yapmak istiyor diye yazmıştım. O zaman Aydın Doğan hiç beklemediğim bir nezaketle bana mektup yazıp, onun adına özür diledi. Mektup arşivimde duruyor. O da ardından benden özür mahiyetinde bir yazı kaleme aldı. Demek ki, kulağını çekmiş ve bu kadar ileri gitme diye tembihlemişti.”
Faruk Beşer son derece insani ve ahlaki bir talebi dile getirdi; ama “ahlaksız” bir saldırı ile karşı karşıya kaldı.
Özellikle malum tetikçinin sözleri iğrençti.
Ve Faruk Hoca şok edici bir tanımla meseleyi özetledi.
Ebu Riğal…
Kanaatimce Ebu Riğal`in kişiliği iyi tahlil edilmeli ve meselenin psikolojik boyutları ortaya konulmalı.
Son dönemlerde Ebu Riğal`lerin sayısı arttığı için işin arkasındaki sebepleri, finans ve ticari boyutu irdelenmelidir.
Ebu Riğal`liğin “kişilik dejenerasyonu” ve “ileri seviyede aşağılık kopleksi” ile olan bağlantısı ortaya konulmalıdır.