Zulmü devam ettirmeyin!
İhya Der davasından hükümlü olan 3 kişi 3 yıl 8 ayın sonunda denetimli serbestlik kapsamında cezaevinden çıktılar.
İster komplo, ister kumpas, ister tezgah deyin ortada dramatik bir yargısal infaz var.
Dosyanın neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bilmiyorum, polis, savcı, hakim ve Yargıtay süreçlerinin eşgüdümle çalıştığı, birbirlerinin kusurlarını kapattığı başka bir olay daha var mı?
Neticede 3 kişi zalim sistemin verdiği cezalarını bitirip çıktılar.
Onların çıkışında Adalet Bakanlığının bir payının olmaması bu hükümet için yüzkarası olarak yeter de artar bile.
Her şey ortada iken az da olsa hukuksuzluğun önüne geçebilmek mümkün iken hiçbir şey yapılmadı! Ve maalesef kimse bunu sorgulamıyor.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, Yakup Köse`ye yapılanın haksızlık olduğunu haykırıyor ama onun bir işareti ile yüzlerce hâkim ve savcının yerini değiştiren kurullar, Yakup Köse için bir şey yapmıyor.
Bu durum insanın kafasını karıştırıyor tabii: Acaba devletin hemen hemen tüm kurumlarına hakim olan mevcut hükümet halen mağduriyet üzerinden prim mi yapmak istiyor?
Ama bu sefer kendi mağduriyetleri değil söz konusu olan. Çünkü kendilerine dokunanın yandığı gün gibi ortada!
Hukuk herkes için işlemiyor.
İşte Rıdvan Çağırıcı olayı!
84`te darbe hukukunun verdiği cezadan sonra 92`de zindandan çıkan Çağırıcı, karanlık ve kirli bir devlet yapısının olduğu bir dönemde 94`de bir daha cezalandırılıyor.
Yani toplamda 29 yıldır zindanda!
Balyoz ve Ergenekon için işleyen şeffaf hukuk sistemi nedense mazlum Müslümanlar için işlemiyor ve onların kendilerine kirli devlet yapısı tarafından verilmiş olan cezalarını çekmeleri isteniyor.
Sabırla ahirete azık taşıyorlar Yusufiyenin talebeleri.
Bu arada sistem “Uyum yasaları” adı altında düzenlemeler yapıyor ve onlardan biri de “Denetimli serbestlik” yasası. Bu yasaya göre verilen cezanın son bir yılında hükümlü serbest bırakılıyor ve haftada birkaç kez karakola gidip imza atması isteniyor.
Rıdvan Çağırıcı için bu yasa işletilmiyor.
Hiç kimse suçu paralele atıp kendini temize çıkarmasın!
Adalet bakanlığınız, HSYK`nız var ve istediğiniz anda meseleyi çözebilirsiniz.
“Devlete karşı işlenmiş suçlar” diye bir bahane ileri sürmesin kimse!
“Hangi devlet?” diye sorarım o zaman.
17-25 Aralık`ta hükümete karşı operasyon yapanlar kimlerdi?
Polis, yargı ve bürokrasi devlet değil mi?
Başarılı olsalardı “Yolsuzluk yapan hükümet bile olsa devletten kaçamaz!” denmeyecek miydi?
Eğer 17-25 Aralık`ın operasyon yapan “Paralel devlet”i başarılı olsaydı şimdinin Cumhurbaşkanı “dönemin başbakanı” olarak yolsuzluktan yargılanıp cezaevine girmeyecek miydi?
O zaman, hukuk ve adaletten söz eden hükümet ve yargı 90`ların kirli devletinin, 28 Şubat post modern darbesinin suçladığı ve zindana attığı mazlumlar için de yeni bir değerlendirme yapmak zorundadır.
Zindandaki Müslüman tutsaklar, sistemin İslam düşmanlığı yapması karşısında farklı usullerle tepkilerini dile getirdiler. Yani yaptıkları şey zulüm ve haksızlığa karşı çıkmaktı.
Toplumu ifsad eden sistem ve yapılara karşı ıslah için mücadele vermenin adını terör ve anarşi koyamazsınız! Aksi takdirde söylem ve iddialarınızla çelişirsiniz.
Buradan hükümete çağrıda bulunuyorum:
Vakit daha fazla geç olmadan harekete geçin ve başkalarının yaptığı zulmü devam ettirerek siz de o zulme ortak olmayın!
Brifinglere göre karar verip kalem kıran yezidlerle beraber anılmamak için harekete geçin!
12 Eylül darbesi, Ergenekon tipi derin yapılar, post modern darbeler reddediliyor ve suçlanıyorsa onların devlet gücünü ele geçirdiği dönemde verdikleri kararların da tümüyle yok hükmünde sayılması gerekmektedir.
Başka çıkar yol yoktur!