Çözüme evet, PKK şiddetine hayır!
Siyasi tartışmalar sağlıklı bir zeminde ve şeffaf olarak yürümediği için kimseyi sağlıklı sonuçlara götürmüyor. Taraflar birbirlerini sözünde durmamakla suçluyor ama ortada ilan edilmiş bir “sözleşme” olmadığı için kimin sözünde durmadığı tam olarak anlaşılmıyor.
Çözüm sürecinden ve geldiği aşamadan söz etmek istiyorum.
Kamuoyunun öğrendiği ve iki tarafın da kabul ettiği tek şey dört maddelik bir taslaktır.
Bu taslağın nasıl hayata geçeceği, maddelerin altlarının nasıl doldurulacağı, kimin ne kadar taviz vereceği konuları tümüyle belirsizdir.
Hükümet tarafı tüm stratejisini “PKK`nin silah bırakması” üzerine bina etmiştir. Ya da kamuoyuna söylenen budur. Çünkü PKK tarafı kendi tabanına silah bırakmayacağını açıkça söylemektedir. Silahı elinde bulunduran Kandil de “Silah bırakmanın gündemlerinde olmadığını” açıkça söylemektedir. Türk solundan ya da liberalliği solcu kimliğine perde yapan isimlerden de PKK`nin silah bırakmamasına teşvik ve yönlendirme açıklamaları gelmektedir.
Hükümet bu meselede ısrarla Öcalan kozunu oynamaya çalışıyor. Hükümete yakın basında da Öcalan`ın ne kadar barışçı ve demokrat bir kimliğe sahip olduğu yazılıyor ve çözüm iradesine sahip olduğu için tarihe geçeceği belirtiliyor.
Oysa bu büyük bir aldatmacadır.
Önce her şeyi yerli yerine koyalım.
PKK, bir Marksist örgüttür. Bu söylem “Tüm PKK`liler Marksist`tir anlamına” gelmiyor. Elbette PKK içinde Marksist olmayan çok sayıda kişi de vardır ama bu bir şey değiştirmez ve değiştirmiyor.
Bu söyleme tepki gösterenlere soruyorum: Öcalan da dâhil KCK`nin yönetim kadrosu içinde bir tane Marksist olmayan kişi gösterebilirler mi?
PKK, yapı olarak “Komünist Parti” geleneğini devam ettirmiştir ki, bu gelenekte partinin başkanı yoktur, “Genel sekreteri” vardır, çünkü başkan halktır. Öcalan için yıllarca “Genel sekreter” denmesinin sebebi bu idi.
Komünist Partilerinde genel sekreterler ömür boyu görev yapar ve tek yetki sahibidirler. Partinin “genel sekreteri” olmak ülkede “Devlet Başkanı” olmaya engel değildir.
Gelelim Öcalan`ın demokratlığına…
En yakın arkadaşlarından ve elemanlarından binlerce kişiyi iç infazla ortadan kaldıran birinin demokratlığından mı söz ediyorsunuz?
Aslında çok geriye de gitmeye gerek yok.
Osman Baydemir olayından söz edelim. Baydemir bir televizyon kanalında gazetecilerin sorularını cevaplıyor. Şöyle bir cümle kullanıyor Baydemir: “Silahlı mücadele miadını doldurdu.” Bununla da yetinmeyen Baydemir şöyle bir cümle daha kullanıyor: “Öcalan mücadeleyi bıraksa da Kürt özgürlük mücadelesine sahip çıkacağım ve sürdüreceğim.”
Herhalde nerede olduğunu unuttu Baydemir. Ya da Diyarbakır Belediye Başkanı olarak Avrupa`ya gide gele oranın havasından etkilendi ve haddini aştı.
Diyeceksiniz ki, bu sözlerde sorun oluşturacak bir şey yok ama demokrat ve barışçı Öcalan öyle düşünmedi.
Bakın avukat görüşmelerinde Osman Baydemir için neler söyledi:
“Osman`ın önünde üç seçenek var: Bir, ya derhal istifa eder gider Diyarbakır`da o AKP`ye yakın STK`larda çalışır. İki, samimi bir özeleştiri verir, görevinde kalır. Üç, gider evinde oturur, işine gücüne bakar. Bunlar hiçbir şeyden de korkmuyorlar mı? Ben Diyarbakır gençlerini bilirim, onun ağzını yırtarlar, müsaade etmezler. Kandil`in bile üstesinden gelemediği bir konuda sen nasıl böyle olmalı dersin? Şarlatanlığın, soytarılığın gereği yok.”
Aslında Baydemir`in açıklamalarında tepki gösterilecek bir şey yok ama Öcalan`a göre bu konularda tek söz sahibi kendisidir.
6-8 Ekim vahşetinin tetikleyici konuşması da yine Öcalan`ın mesajından sonra gelmişti.
Kimse ne halkı ne de kendi kendini kandırmasın.
Öcalan eğer yumuşak mesajlar veriyorsa kendisine verilen teminatlar dolayısıyladır.
Hükümete yönelik mesajlarda dil yumuşatılırken Müslüman halka yönelik sert söylemlerin kullanılmasının kimseye faydası yoktur.
HÜDA PAR camiasının PKK vesayetini kabul etmeyeceğini artık herkes anlamalıdır. Müslüman halk, Müslüman olarak varlığını sürdürmeye kararlıdır ve İslami değerlere yapılan hakaretlere de sessiz kalmayacaktır.
PKK ile yapılan müzakereler hükümetin bileceği iştir. Ama müzakerelerde eğer PKK`ye alan açılması, bölgenin PKK`nin insafına terk edilmesi sonucu çıkacaksa bu çözüm değil kaos getirir.
Çözüm sürecinde silahlar susacak ve kan akması engellenecekse evet, ama PKK şiddeti devam edecekse hayır!
Bu ikisi birbirinden ayrı düşünülmemelidir.