SİYONİST DOKUNULMAZ MI?
Aksa Tufanı operasyonu için “80 yıldır gizli kapaklı yürütülen fiili ve kültürel soykırımın destekçilerinin, finansörlerinin maskesini düşürdü” diyenlerin ciddi ilmi verilere dayandığı ortaya çıktı.
İşgal rejiminin kendisini hukukun üstünde tuttuğunu, uluslararası hukuku tanımadığını, herhangi bir milletten ve herhangi bir devletten farklı standartlar benimsediğini, tüm ikili ve uluslararası ilişkilerinde isyanı, şantajı ve uluslararası anlaşma ve sözleşmelere uymamayı bir yöntem olarak seçtiğini doğrulayan birçok delil var artık.
Aslında Siyonist terör çetesi şimdiye kadar hep böyle davrandı; ama hem temsilci ve sözcülere birbirine zıt roller vererek günü kurtarmaya çalıştı, hem de medya karartmalarından, hedef saptırmalardan ciddi biçimde faydalandı.
Yaptıkları bazen “çevresi düşmanlarla dolu ülke” olduğu iddiasıyla tolere edildi, nükleer silahlara sahip olması “güvenlik endişesi” ile izah edildi; ama aslında sürekli yürüyen bir süreç ve takip edilen bir ajanda vardı.
Medya önünde müzakere yaparken, kapalı kapılar ardında komplolar kuruyordu.
Hiçbir anlaşma ve sözleşme, işgalin ve soykırımın sürdürülmesinin önüne geçemedi.
Mesela, “Yahudi devletinin” yanında bir “Arap devleti” kurulması çağrısında bulunan BM’nin 1947 tarihli 181 sayılı kararı dünyadaki birçok ülke için önemliydi; ama kendileri de imzalamış olmasına rağmen Siyonist teröristler için bir anlam ifade etmiyordu. Arap devletinin varlığını hiçbir zaman tanımadan, kararın sadece Yahudi devletine ilişkin kısmını tanıdı. Bununla da kalmadı, 1948 savaşında Arap devletinin topraklarını ele geçirdi, 1967 savaşında da bunu sürdürdü ve hâlâ da Filistinlilerin bir halk olduğuna ve bir devletleri olması gerektiğine inanmıyor.
Her aşama geçildikten sonra bir öncekinin gündeme gelmesi artık söz konusu değildi.
1948 geçmişti ve Siyonist için artık o aşama “elde var” kısmına giriyordu.
İşgalin birkaç istisna dışında tüm dünya tarafından reddedilmesi, işgalin bitmesine yönelik yapılan çağrılar, verilen kararlar, oluşturulan kurullar açıkça red edilmiyor gibi görünse de aslında hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Mesela 57 yıldır verilen bir karar var.
İşgalci teröristlerin 1967'de işgal ettiği tüm Arap topraklarından çekilmesi çağrısında bulunan 242 sayılı kararı, “müzakere masalarında” gezinmeye devam ediyor; fakat gerçekte olan ise Filistin topraklarının tamamında, Suriye'nin Golan Tepeleri'nde ve Lübnan'ın Şebaa Çiftlikleri'nde işgal devam ediyor.
İşgalci terör rejiminin bu tutumu 7 Ekim 2023'ten bu yana daha net olarak görünüyor.
Soykırımcı yamyamlar, uluslararası yasalara karşı isyan, uluslararası anlaşmaların ve yükümlülüklerin reddedilmesi konusunda şimdiye kadarki tüm mirasının gereğini yapıyor. Cezalandırma korkusu olmadan vahşi cinayetlere, yakıp yıkmaya, kaosa ve soykırıma devam ediyor.
Meseleyi yeni fark edenlerin kafasında şöyle bir soru var:
İşgalcinin bu pervasızca davranışları neye dayanıyor?
Neden hukukun üstünde olduğunu düşünüyor?
Daha önceki yazılarımızda meselenin Batı’nın “çatı ideolojisi” olan faşizmin siyonizmin belirlediği formatla yenilenmesinden kaynaklandığından söz etmiştik.
Bir de meselenin Yahudi inançları ve Siyonist Hristiyanlıkla olan bağı var ki, dikkatli bir incelemeyi gerektiriyor.
İnsani ve ahlaki değerlerin zerresine sahip olmayanlar Allah tarafından üstün kılındıklarını düşünüyorlar.
Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerin azgınlıkları, isyanları, zulümleri, haddi aşmaları anlatılırken “kendilerine söylenen sözü değiştirmelerine” özel bir atıf vardır.
“Fakat o zalimler, kendilerine söyleneni başka bir sözle değiştirdiler. Biz de, işledikleri günah sebebiyle zulmedenlerin üzerine gökten korkunç bir azap indirdik.” (Bakara/59)