Küresel Faşizm
Uzun bir süredir iğrenç bir tiyatro sahneleniyor.
İşgalci terör rejimi, Gazze’de, tüm uluslararası tepkilere rağmen suç işlemeye devam ediyor.
Son olarak UAD kararlarına rağmen, sivil bölgelerde büyük bir katliam gerçekleştirdi.
Gazze’de, Refah'ın kuzeybatısında Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı depolarının yakınında yaşayan yerlerini terk etmek zorunda kalmış Filistinlilerin derme çatma çadırlarını ağır silahlarla hedef aldı.
Bu kamp, bombalama ve yıkımdan dolayı yaşadıkları yerleri terk etmiş binlerce Filistinlinin yaşadığı Refah kentinde işgal ordusunun tahliyesini istediği bölgede bulunmuyor. Yani normalde işgalci teröristin hedef almayacağı bir bölge…
Ağır bombardıman ve kullanılan yasaklı silahlardan dolayı çok sayıda çocuk yanarak can verdi.
Alman devlet kanalı, bu vahşi katliamı “terör operasyonu” diye duyurdu.
Aslında Siyonist çeteler de, Alman siyaseti ve medyası da, Amerikan yönetimi de konunun HAMAS olmadığını, Filistinlilerin topluca katledilerek cezalandırılmak istendiğini, işgalin normalleştirilmesinin istendiğini ve bu yapılanın devletlerin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre suç olduğunu çok iyi biliyor.
Ama dedik ya iğrenç bir tiyatro sahneleniyor diye.
Dünyaya, “insan hakları şampiyonu” pozu veren ülkeler, Cenevre sözleşmesi gibi savaş ve işgal durumlarında sivillerin korunması gerekliliğini kayıt altına alan ve kendilerinin de taraf olduğu, imza attığı sözleşmeler orta yerde dururken, yaşanan vahşete, bırakın sesiz kalmayı açıkça taraf olmayı seçtiler.
Dünya küresel bir köye dönüşürken, sahnelenen tiyatroda kötü adamlar her zaman mazlumlar oldu.
Sahnenin gerisinde, görebilenler için faşizm “çatı ideoloji”ydi ve kurallar güç sahipleri tarafından istendiğinde değiştirilir, istendiğinde “belli eylemler için” işlevsiz kılınırdı.
İşgal çetesinin vahşi cinayetleri için “soykırım değil” diyen, insan olan herkesi dehşete düşüren görüntüler karşısında bile küçük bir kınamada bulunamayanların kendi sicilleri de bu konularda son derce kirliydi.
Mesela Amerika…
11 Eylül’ün ardından Afganistan’a yönelik gerçekleştirdiği işgal sırasında, hedef gözetmeksizin saldırmış, okulları, hastaneleri, camileri bombalamış, büyük katliamlara imza atmıştı. Düğün konvoyları vurulmuş ve çoğu zaman “yanlış yaptık” açıklamasında bulunma zahmetinde bile bulunmamıştı. İşlediği savaş suçları yüzüne vurulduğunda ise açıkça Cenevre Sözleşmelerini tanımadığını ve bu sözleşmelerin saldırı sırasında geçerli olmadığını iddia etmişti.
Siyonizmin esir ettiği dünyada “güçlülerin hukuku” geçerlidir ve bunun adı ne kadar itiraz edilirse edilsin faşizmdir.
Şimdi Filistin’in “devlet olarak kabul etmedikleri” için sözleşmelere taraf olamayacağını iddia edenler, Afganistan ve Irak’ta hükümetler ve devlet sistemi bulunmasına rağmen sözleşmelerin gereğini yerine getirmeyi reddetmişler ve açıkça “bizi ancak biz yargılayabiliriz” demişlerdi.
İşgale karşı direniş uluslararası hukuk açısından bir hak olarak kabul edilmesine rağmen, Amerika ve dostları Irak’ta işgale karşı direnenleri “terörist” olarak nitelendirmiş ve yine açıkça Cenevre Sözleşmelerini tanımayacağını ilan etmişti.
Tüm bunlar ortadayken uluslararası kurumları çözüm mercii olarak görmenin bir anlamı yoktur.
Zaten mevcut uluslararası kurumlar da meseleye ya kördür ya da şaşı bakmaktadır.
UCM savcısı Han son açıklamalarının birinde şunları söylüyordu: "Demokrasisi ve yüksek mahkemesiyle İsrail'in Hamas'a benzediğini söylemiyorum, elbette hayır."
İşgalci, ırkçı, apartheid rejimini “demokratik” diye tanımlayıp değerli gören, seçilmiş bir hükümet olarak Gazze’yi yöneten HAMAS’ı görmezden gelen savcının adalet anlayışı ne kadar insani ve ahlaki olabilir ki?
Aslında savcı Han’dan önce ABD Başkanı Biden, "İsrail ile Hamas arasında hiçbir denklik olmadığını” söylemişti. Savcının yaptığı da bu açıklamayı teyit etmekten başka bir şey değil.
Mevcut uluslararası hukuk, Küresel Faşizmin normalleştirme aparatı olmaktan başka bir işlev görmüyor.