CİHAD ÖNDERİ
Peygamber Sevdalıları Vakfı’nın bu seneki Mevlidî Nebi etkinliklerinin ana teması “Cihad Önderi Hz. Muhammed” idi.
Küresel emperyalizmin askeri ve siyasi desteğini arkasına alarak Gazze’de vahşi bir soykırım gerçekleştiren işgalci Siyonist çetenin 7 aydır devam eden katliamları karşısında İslami direniş hareketlerinin verdiği mücadele, bu etkinliklerde işlendi ve ümmetin tüm fertlerinden bu cihada destek vermesi istendi.
Elbette cihad, can ile olduğu gibi mal ile de hatta irfan dünyamızda çokça değinildiği gibi “nefs ile” yapılanı da vardır.
Hangisinin önemli olduğu ise zaman, imkan ve şartlar göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.
Nisa Suresi 95’inci ayette Rabbimiz “mal ve can ile cihadı” bir sayarak şöyle buyurmaktadır:
“Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”
İman etmek elbette başlı başına büyük bir değerdir; ama imanı, cihad gibi, emr-i bi’l maruf ve nehyi ani’l münker gibi salih amellerle güçlendirmek gerekmektedir.
Aksi takdirde kötülüğe karşı sadece “tepkisiz bir nefret” zayıf bir imana ve haddi aşan azgınlıklara karşı savrulmalara neden olacaktır.
Kötülükle mücadele hayat boyu devam eden en önemli salih amellerdendir.
Günümüzde kötülüğün en somut hali olan siyonist azgınlık karşısında tüm imkanları kullanarak hatta imkanları zorlayarak mücadele etmek gerekir.
Yaşanan soykırım ve vahşeti, İslami direnişin gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı” operasyonuna bağlayan kalbi hastalıklı tiplere itibar etmek, ya düşmanı tanımamak ya da gözlerini gerçeklere kapatmaktır.
Yahudilerin büyük çoğunluğu Filistin topraklarına sonradan gelmiş ve oraları işgal etmişlerdir. Eğer tarihin bir döneminde o topraklarda yaşadıklarını öne sürüp hak iddia ediyorlarsa o zaman şunu da söylemek gerekir: Geçen 2 bin yıl içinde topraklar defalarca el değiştirmiştir. Mesela Amerika kıtasına yerleşen Avrupa kökenlilerin orayı terk edip gitmeleri de gerekir mi?
Kaldı ki, Yahudileri o bir süre yerleştikleri topraklardan çıkaranlar Filistinliler değildir. Siyonistler, girdikleri yerleri insansızlaştırma yoluna gitmiş ve milyonlarca insanı mülteci durumuna düşürmüşlerdir. Filistin’deki milliyetçi gruplar (Arafat ve arkadaşları) Siyonistlerle anlaşmak için müzakerelerde bulunmuş; ama ne işgallerde azalma olmuş ne esir etmeler durmuş ne de teröristler, cinayetlerini azaltmıştır.
Siyonizm için “somut kötülük” dedik, çünkü yakın tarih bize net olarak göstermiştir ki, Siyonistler, iyi, insani ve ahlaki olan her şeye düşmandır.
Şehid Seyyid Kutub, Nisa/95’in tefsirinde kötülük konusuna şöyle değinmektedir:
“Yüce Allah, kötülüğün her zaman kendini beğendiğini, adil olmasının mümkün olmadığını ve -iyilik ne kadar barışçı yollara başvursa da- iyiliğin gelişmesine müsaade etmesinin söz konusu olmadığını biliyordu, kuşkusuz. Çünkü iyiliğin sırf gelişmesi bile kötülük için tehlikedir. Hakkın varlığı, bâtıl için tehlike oluşturmaya yeterlidir. Öyleyse kötülüğün saldırganlığa başvurması zorunludur. Batılın kendini korumak için, hakkı yok etmeye ve güç kullanarak boğmaya çalışması kaçınılmazdır.”
Kötülüğe karşı iyiliğin yanında olmak “Cihad önderi” Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselamın yolunda yürümektir.