Güçlülerin Adaleti
Güney Afrika Cumhuriyetinin Siyonist işgal rejiminin Gazze’ye yönelik katliamlarını “soykırım” suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na taşıması ve mahkemenin verdiği karar, yaşananları tam olarak ifade edemese de yaptırım anlamında kimsenin bir beklentisi olmasa da önemli bir adımdır.
Tüm delil karartma ve gerçekleri örtme çabalarına rağmen, siyonist terör rejiminin insanlık vicdanında mahkum olduğu gerçeğiyle herkes yüzleşecektir.
Bu, 2. Dünya savaşı sonrası “Galip” olanların mağlupları yargıladığı “tiyatrodan” çok farklı bir olaydır.
Yahudilere karşı işlenen suçların abartılarak gösterildiği, yenilenlerin “mutlak olarak haksız” kabul edildiği önyargısıyla yapılan yargılamalar…
Kısaca “Nürnberg Mahkemeleri”nden söz etmek istiyorum.
Bu duruşmalar 11 ay sürdü.
Üçü gıyabında olmak üzere 24 kişi yargılandı.
Mahkemede Hitler ve yardımcısı yargılanamadı, çünkü intihar etmişlerdi. Onlardan sonraki en önemli isim olan Hermann Göring, Nazi partisi lideri vekili Rudolf Hess, Dış İşleri Bakanı Joachim von Ribbentrop, silahlı kuvvetler lideri Wilhelm Keitel, İç İşleri Bakanı Wilhelm Frick, güvenlik güçleri lideri Ernst Kaltenbrunner, Polonya’nın Alman genel valisi Hans Frank ve Hitlerin yaveri Martin Bormann sanıklar arasındaydı.
Tarihte ilk kez insanlığa karşı suçlar kavramı, Nürnberg Şartı’nın 6. maddesinde şu şekilde açıklandı:
“İnsanlığa Karşı Suçlar: Savaş süresi içerisinde veya savaş olmadan önce öldürme, imha etme, köleleştirme, sürgün ve sivillere karşı girişilen başka insanlık dışı muameleler ya da mahkemenin yargı kapsamına giren suçlarla ilgili dini, iç hukukta yer alsın ya da almasın, siyasi veya ırksal nedenlerden dolayı yargılanma.”
Nürnberg Mahkemeleri, savaş suçları mahkemelerinin temelini oluşturdu.
“Nürnberg mahkemelerinden sonra barışa karşı suçlar, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi yeni kavramlar hukuk diline girdi. Bu mahkemeler tarafından oluşturulan normlar, Nürnberg ilkeleri adı altında, daha sonra BM Hukuk Komisyonunun çalışmalarına temel teşkil etti. Nürnberg mahkemesi statüsünde var olan uluslararası ceza hukuku suçları, daha sonra kurulmuş olan bütün uluslararası ceza mahkemelerine örnek oluşturdu.”
Sonraları bu mahkemeye yönelik eleştiriler de oldu. Özellikle yargılama heyetinin tümünün “galip devletlerden” olması, mağlup ya da tarafsız hiçbir ülkeden hukukçunun olmaması eleştirildi. Bunun yanı sıra bu mahkemeler sadece “mağlupları” yani gücünü kaybedenleri yargıladı. Oysa benzer suçları işleyen çok sayıda kişi “Galipler” tarafında yer alıyordu; ama bunlara yönelik bir yargılama yapılmadığı gibi gündeme de gelmedi.
İkinci Dünya Savaşının galip devletleri Amerika ve İngiltere, o zamandan beri Nürnberg’i esas alıp uluslararası hukuku kontrol altına almışlar.
Amerika ne yüz binlerce kişiyi öldürdüğü “Atom bombası”ndan, ne Vietnam’da kullandığı kimyasal silahlardan, ne de Irak ve Afganistan’da milyonlarca sivilin ölümünden dolayı yargılanmadı.
Hatta Amerika ve İngiltere, Afganistan’da işlenen cinayetlerden dolayı askerlerinin yargılanamayacağına dair kararlar aldılar, kanuni düzenlemeler yaptılar.
Nürnberg’in ruhu, tüm hukuk sistemlerini, hukuk eğitim merkezlerini öylesine kuşatmış ki, aslında adaletin kıyısından bile geçmeyen “Güçlülerin adaletinin” tek gerçek olduğuna kendilerini inandırmışlar.
O yüzden de siyonist terör rejiminin Gazze’deki soykırımı, “insan kalmayı “başarmış herkesi etkilerken Amerika ve İngiltere soykırımcıyı değil de soykırım mağdurlarını suçlamaya devam etmektedir.
Gazze “insan hakları” masalının sonunu getirdiği gibi “soykırım mağdurlarının çocuklarının” en pervasız soykırımcıya dönüştüklerini de tüm dünyaya gösterdi.