• DOLAR 34.568
  • EURO 36.315
  • ALTIN 2916.715
  • ...

Seçimlere doğru gidilirken, muhalefet cephesi, Erdoğan için, çaresizlikten dolayı “bütün tuşlara basıyor” diyorlardı.

EYT konusunda atılan adımlar, işçi, memur ve emekli ücretleri ile ilgili iyileştirmeler, deprem konutları ve kentsel dönüşüm ile ilgili vaatler, ekonomik kriz yaşayan ve hiper enflasyonla boğuşan bir ülke için kritik hamlelerdi gerçekten.

Hatta Erdoğan’ın -yalan yanlış rakamlarla küçümsedikleri- HÜDA PAR’ın oylarına muhtaç hale geldiğini söylüyorlardı. Bundan da yola çıkarak Erdoğan’ın gideceğine dair kesin kanaatler ileri sürüyorlardı.

Dereyi görmeden paçayı sıvamışlardı, öyle ki, bakanlıklarla beraber bürokrat paylaşımında bile birbirleriyle çekişiyorlardı.

Yaşanan aslında daha gelmemiş olan bir zaferin sarhoşluğuydu ve bundan dolayı dönüp de kendilerine bakmayı düşünemiyorlardı.

Nasıl çelişkiler yaşadıklarını göremiyorlar ve işin daha kötüsü kimsenin de görmediğini sanıyorlardı.

Ekonomi çökmüştü onlara göre; ama bu şartlarda deprem konutları için ücret almayacağını söylüyordu Kılıçdaroğlu.

Ücret ve ikramiyeler için uçuk rakamlar telaffuz ediyordu ve kaynak için sadece “ben bulurum” diyordu. Güven vermiyordu.

Dış politikada devam eden “denge politikası”ndan vazgeçileceği ve Rusya karşıtı blokta yer alınacağı dile getiriliyordu ki, bu hiç güven vermiyordu. Öyle ya Suriye ile ilgili bir sorun çözecekseniz mecburen İran ve Rusya ile muhatap olursunuz; ama Kılıçdaroğlu ve ekibi ABD-AB blokuyla beraber hareket ederek ne mülteciler sorununu çözebilirdi ne de PKK ile mücadeleyi yürütebilirdi. Hatta HDP-YSP ile geliştirilen işbirliğinin PKK’yi yeniden canlandıracağı endişesini de önemsemiyorlardı.

Bir taraftan muhafazakar partileri alıyordu masasına, diğer taraftan aşırı sol ve PKK desteğinden dolayı seviniyor ve en sonunda da ırkçı-faşist zihniyet sahipleri ile mutabakat metni imzalayarak işbirliğine girişiyordu.

Halkta karşılığı olduğunu düşündüğü sanatçıları alana sürüyor, sessiz kalanlara karşı “mahalle baskısı” uyguluyor, “yargılanacaksınız” tehditleri ile alanı seyrekleştirmeyi hedefliyordu.

Aslında tüm tuşlara basan Kılıçdaroğlu ve ekibiydi.

FETÖ’cülere kapıların açılacağı konuşuluyor, tüm KHK’lıların göreve geri döneceklerinden söz ediliyor, PKK taraftarlarının cezaevlerinden çıkacağı vaat ediliyordu.

Bu arada basılan bazı tuşların kararsız muhafazakarları yeniden Erdoğan’a yaklaştırdığının da farkında bile değildiler.

Ayasofya ile ilgili imalar bile bir kesimin içini yakıyor, tedirgin ediyordu.

Atatürk Havaalanının CIA bağlantılı Amerikan firmasına verileceği söylemi son derece rahatsız ediyordu.

Oysa Erdoğan’ın tüm tuşlara basmasına bile gerek yoktu aslında.

Doğalgaz’ı buldu, karaya taşıdı ve somut bir göstergesi olarak ücretsiz dağıtımına başladı.

TCG’yi faaliyete soktu ve halkın ziyaretine açtı.

Gabar’da petrol bulundu ve Erdoğan bunun için de doğalgaz gibi jestler yapılabileceğinden söz etti.

Savunma sanayii ortadaydı ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı ikide bir kendini gösterip Erdoğan’a teşekkür ediyordu.

Yani demek istediğimiz özetle şudur:

Her iki taraf da tuşlara bastı.

Kılıçdaroğlu’nun vaatleri, elinde tuttuğu belediyelerdeki faaliyetlerini ve yerine getirilmeyen vaatlerini hatırlattı. Erdoğan “Bir yılda deprem konutlarını yapacağım” dediğinde kimse “yapamaz” diye itiraz etmedi, çünkü daha önce verdiği sözleri yerine getirdiğine dair örnekler vardı.

Nihayetinde seçmen hem vaatler konusunda hem de dış politikada Kılıçdaroğlu’na güvenmedi.

İkinci turdaki keskin söylemler, depremzedelere edilen hakaretler güvensizliği artırdı.

Ve seçmen kararını verdi.

Mevcut ekonomik sıkıntıların yine Erdoğan tarafından giderilebileceğine inandı.

Yazarın Diğer Yazıları