Amerika’da neden darbe olmaz?
Başlığın cevabını hemen verelim.
Meşhur bir sözdür, “Çünkü orada Amerikan elçiliği yoktur” diye.
Gerçekten de dünyadaki darbelerin çoğunun arkasında ya Amerikan istihbaratı ya da Amerikan sermayesi vardır.
Hatta Soros üzerinden halkların konsolide edilmesi ve yönlendirilmesiyle yönetimlerin değiştirilmesi de yaşandı ve buna bazı yerlerde “Kadife devrim” dediler.
“Arap baharı” denilen süreç halkların diktatörlere karşı ayağa kalkmasıydı ve bu Amerika açısından “istenmeyen” sonuçlara yol açabilirdi. Birçok yerde diktatörler devrildi; ama Amerikan müdahaleleri ya yeni diktatörleri ortaya çıkardı ya da kaos ortamı oluşturularak halkın pişman olmasını sağladı. Tabi bunda ideolojik körlüklerin, çıkarlar üzerine oturtulan siyasetin, pasta paylaşımında yaşanan sıkıntıların büyük payı olduğunu da söylemeye gerek yok.
Türkiye’de hem askeri darbeler gerçekleştirdi Amerika hem de siviller üzerinden darbe teşebbüslerine imza attı.
Özellikle 71 ve 80 darbelerinde Amerikan izleri net olarak görüldü.
15 Temmuz darbe girişiminde Amerikan istihbaratı ile doğrudan bağlantılı olan Fuller’in, Barkey’in ismi zikredildi. Bunun yanı sıra istihbarattan beslenen Foreign Policy dergisi analizleriyle adeta darbeye giden sürecin fotoğrafını çekti.
Sonrasında da deneme ve nabız ölçme mahiyetinde kimi adımlar atıldı; ama fazla ileriye gidilmedi.
Yani Amerika vazgeçmiyor.
Çıkarlarının zedelenmesi durumunda ya da zedelenme ihtimali ortaya çıktığında tecrübenin getirdiği bir özgüvenle her zaman şapkadan yeni bir tavşan çıkarmanın yolunu buluyor.
Suriye’de PKK, Irak’ta mezhep, Afganistan ve Pakistan’da etnik temelli argümanları devreye koyarak kaos çıkarmaya çalışıyor ya da kaosun devam etmesini hedefliyor.
Son zamanlarda en büyük hayal kırıklığını Afganistan’da yaşadı.
Yirmi yıl süren işgal, onca eğitim ve harcanan milyar dolarlara rağmen işbirlikçilerini ortada bıraktı ve kelimenin tam anlamıyla kaçtı.
Etnik ve mezhep kartlarını devreye sokmak istedi başarılı olamadı. Şimdi tüm umudunu terörle kaos hedefleyen üç-beş çapulcuya bağlamış.
Ama yine de pes etmiyor.
Suriye’de bölgede kalma hedefinden dolayı Marksist silahlı grupları “kara gücü” olarak kullanırken, Türkiye’de yönetimi değiştirebilmek için 6 benzemezi yan yana getirebiliyor ve yanlarına bir yedincisini monte edebiliyor.
Karıştırma, bozma ve kaos konularında o kadar belirgin bir üne sahiptir ki, kendilerine yönelik suçlamaları da çok fazla yadırgamıyorlar.
Şimdi ismi işgalci Siyonistler arasındaki kaosta da zikredilmeye başlandı.
Adı sürekli yolsuzluklarla anılan ve bundan dolayı sürekli başı yargıyla belada olan Netanyahu’nun hem kendini güvene almak hem de işgali pekiştirmek ve hızlandırmak için giriştiği yargı reformuna yönelik kitlesel gösteriler yapılıyor.
Ülkenin diktatörlüğe doğru gittiğini söyleyen muhalefet ve reforma karşı çıkan askerlerden çok sert tepkiler geliyor. Hatta bazıları iç savaş tehlikesini dile getiriyor.
İşgalci çete elebaşı Netanyahu, reform tasarısını “askıya aldığını” söyledi; ama tümüyle geri çekmediği için gösteriler devam ediyor.
Bu arada Netanyahu ve avenesi muhalefetten çok Amerika’yı suçluyor.
Neredeyse Ortadoğu’daki bütün politikasını “israil’in güvenliği” çerçevesinde oluşturan Amerika, işgalci çetenin bir kesimi tarafından “ülkede yönetimi devirmeye çalışmakla” suçlanıyor.
Benjamin Netanyahu’nun oğlu Yair Netanyahu, şöyle bir mesaj paylaştı:
"İsrail'deki protestoların arkasında Amerikan Dışişleri Bakanlığı var, amaçları Netanyahu'yu devirmek, görünüşe göre İranlılarla bir anlaşma yapmak. Şin Bet nerede?"
Buna paranoya diyebilirsiniz; ama buna benzer şeyleri başkaları da dile getiriyor.
Hükümete yakın bir yetkili Amerika’nın daha önce de iki kez Netanyahu’yu devirmek için girişimde bulunduğunu iddia etti.
Trump için fark etmiyordu; ama öyle görünüyor ki, Biden yönetimi, Netanyahu’yu değil de karşısındakileri çıkarlarına daha uygun buluyor.
Biz bundan şunu çıkarıyoruz.
Amerika’nın kimseye vefa borcu yok! Siyasetini belirleyen şey çıkarlarıdır ve bunu korumak için en yakın dostlarını bile satmaktan çekinmez.