YÜZLEŞME
Amerikan Başkanı Biden’in “Ermeni soykırımı” sözünü kullanması, HDP ve bazı liberal çevreler haricinde tepkiyle karşılandı.
Aslında her sene “soykırım” mı diyecek yoksa “büyük felaket” mi diyecek tartışmaları arasında geçer ve “büyük felaket” ile geçiştirilirdi. Bu arada Türkiye’deki hükümetler de Yahudi lobilerine ödedikleri milyonlarca doların işe yaradığını düşünüp sevinir ve bir dahaki 24 Nisana kadar mesele rafa kaldırılırdı.
Aslında “Ermeni diasporasının” etkisiyle tam da rafa kaldırılma durumu söz konusu olmuyor.
Arada bir Avrupa ülkelerinden birinde ya da Türkiye ile arası bozulan Arap ülkelerinde de “soykırım” gündemli etkinlikler yapılır ve diplomatik kanallardan “resmi tepkiler” dile getirilirdi.
Biden ile başlayan “yeni süreçte” Amerikan tarafının farklı hamlelerde bulunması bekleniyordu aslında. Amerika’nın Afganistan’dan çekilmeyi konuşurken Suriye’ye yeniden dönmesi, Türkiye’nin resmen F-35 projesinden çıkarılması ve “soykırım” açıklamaları…
Muhalefet çevreleri de herhalde buna hazırlıklıydı ki, Amerika’yı kınarken bile asıl hedef olarak hükümeti seçtiler. Ahlaki ilkelere, tarihi verilere göre değil de siyasi dengelere, lobi faaliyetlerine göre karar veren Amerika’nın ilkesizliğini görmezden gelip “hükümeti diplomatik açıdan başarısız” olmakla suçlamanın nasıl bir açıklaması olabilir? Üstelik “soykırım” açıklamasını yapan Biden’in daha seçilmeden çok önce “Erdoğan’ın devrilmesi gerektiğini” söylediği gerçeği orta yerde dururken…
AK parti ve milliyetçi ortağı beklendiği gibi çok sert tepkiler ortaya koydular. Bazıları ise artık bu “sopa”nın kullanılamayacak olmasından dolayı sevinmemiz gerektiğini ifade ettiler.
Türkiye’deki milliyetçi çevrelerin en çok tepki gösterdikleri ifadelerden biri de liberallerden ve Kürt solundan gelen “geçmişle yüzleşin” söylemiydi.
Siyahilerin başına gelenlerden, Hiroşima’dan, Vietnam’dan ve hatta Kızılderili katliamlarından söz edenler oldu. HDP’ye yönelik de birçok kesimden haklı olarak “sen önce terörle yüzleş” karşılığı verildi.
İbretlik olan ise Amerikan zihniyetinin ne olduğunun ancak böyle zamanlarda gündeme getirilmesiydi. Neredeyse Türkiye’deki tüm darbelerin arkasında olan Amerika, ambargo, yaptırım ve soykırım açıklamaları yapmadığı zamanlarda “stratejik müttefik” olarak kalmaya devam ediyor.
Tıpkı Fransa parlamentosu “Ermeni soykırımı” tasarısını görüştüğünde ya da bir açıklama yaptığında Türkiye’de hemen Cezayir’in hatırlanması gibi.
“Ermeni tehciri” ve bu esnada yaşanan şiddetin iç acıtan çok yönü var ve elbette bunun Ermeni komitacıların Ruslar ve diğer işgalci güçlerle beraber gerçekleştirdiği vahşi katliamlarla beraber anılması olayı yumuşatmıyor.
Evet, Ermeni komitacılar hem isyan ettiler hem de işgal güçleriyle beraber Müslüman halka karşı çok sayıda katliam yaptılar ki, bunun için hem çok sayıda belge var hem de görgü tanıkları vardı.
Elbette isyanlar da isyanların bastırılması da çoğu zaman kanlı olmuş ve toplumsal hafızada derin izler bırakmıştır. Ama 1915 olaylarında yaşanan tabloda “ittihatçı zihniyeti” de görmezden gelmemek gerekir. Mesela Cemal Paşa’nın Suriye valiliği sırasında, bölgenin önde gelen binlerce kişisini “tehcir” ile Trakya tarafına sürmesi, çok sayıda kişiyi idam ettirmesi, Arapçayı okullarda yasaklama girişimleri sadece isyanlarla açıklanabilecek şeyler değildir.
Aynı “ittihatçı zihniyetin” Şeyh Said Kıyamı sonrası başlayan “tehcir uygulamaları”, 1930’larda resmileşen “Şark ıslahat planları”, Trakya’ya ve Ege’ye sürülen binlerce aile, Dersim’de sahipsiz kalan çocukların köklerinden koparılarak evlatlık verilmesi ve bunlara benzer uygulamalar size tanıdık geliyor değil mi?
Türkiye daha bunlarla bile tam olarak yüzleşmedi, yüzleşemedi.
Evet, bir “yüzleşme” gerekiyor ve bunu her açıdan soykırımcı olan Amerika ve Fransa’nın zorlamalarıyla, suçlamalarıyla değil insani gerekçelerle yapmak gerekiyor.
Yüzleşme, atılacak yeni adımlarda daha “insani” olmayı, daha “temkinli” davranmayı, ahlaki ilkelerle beraber coğrafyanın dinamiklerini hesaba katmayı beraberinde getirebilir.
Ermeni meselesini Amerika ile, Fransa ile, farklı hesaplar içindeki diaspora ile değil de Ermenilerle konuşmak için çaba sarf etmeli, kapılar zorlanmalıdır. Aynı şekilde Kürt meselesinin çözümü için de bölgesel ve küresel çıkar hesaplarını değil de insani ve ahlaki değerleri önemseyen bir zemin aramayı, bir çaba içerisine girmeyi öncelemek gerekir.
Ama asıl önemli olan önce bir sorun olduğunu kabul etmek.