BİZ HAYALLERİMİZLE YAŞAYALIM
Bizi Müslümanlardan kılan Allah’a hamd olsun.
Cahili fikir ve düşüncelerin tasallutundan tevhidin berraklığına ulaştıran Allah’a hamd olsun.
Peygamberler bunun için çalıştı, bunun için acılara ve sıkıntılara katlandı.
Ve Efendimiz…
Cahiliye Mekke’sinde zulme dayalı yerleşik sisteme karşı çıktı Aziz Peygamber.
Zayıflar ve fakirler kadar insanlığını kaybetmemiş zenginler ve soylular da tabi oldular ona.
İnsanları bir olan Allah’a davet ediyordu ve O’ndan aldığını duyuruyordu insanlara.
Bir inanç sistemi koyuyordu ortaya.
Bir inanç ki,
Sınıf farkını, ırk farkını bir kenara bırakacak, insanlar eşit olarak kardeş kılınacaktı.
İnsanları takva esası üzerine bina edilen mescidlere davet etti Aziz Peygamber.
“Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktu” Peygamberin yolunda.
Kardeşlik vardı.
Bilal’in, Selman’ın, Ammar’ın ve Ebubekir’in yan yana gelebildiği bir toplum oluştu.
“Ümmet” diye bir kavram girdi insanların dünyasına.
Kabile için, ırk için, sosyal statüyü korumak için mücadele edilmesine “cahiliye” dendi.
Risalet süreci Rabbimizin takdir ettiği süreye kadar devam etti ve bitti.
Vahiy inmiş, nimet tamamlanmış ve din olarak İslam seçilmişti.
Artık cahiliyeye dönüş söz konusu olamazdı.
Esas olan takvaya sarılmak, hayırda yarışmak ve genişliği yerler ve gökler kadar olan cennete kavuşmaktı.
Evet, şeytana mühlet verilmiş ve o da insanları saptırıp cehenneme sevk etmek için çabalıyordu; ama hak ve batıl birbirinden ayrılmıştı ve şeytana tabi olanlar bilerek cehennemi tercih etmiş oluyorlardı.
Ve dünya kıyasıya bir mücadele alanıydı.
Kimi dönem muvahhidler ve müşrikler, kimi dönem mazlumlar ve zalimler, kimi dönem mustazaflar ve müstekbirler…
Hakkı, batılın değişik renk ve tonlardaki giysileri ile örtmek için çabalayanlar…
Asırlar, insanları kabre gönderirken dünyayı da mukadder bir kıyamete doğru sürükledi.
“Modern” diye tanımlanan bir çağa geldik.
Birileri ilkelerimizi aşındırmaya, inancımızda gedikler açmaya çalışıyor.
Ümmetten söz ettiğimizde Allah’ın ayetlerinden olan diller ve renkleri inkar ettiğimizi iddia ediyorlar.
Kardeşlikten söz ettiğimizde dudak büküyor ve “en kötü örnekler” üzerinden esaslarımızı yıkmaya gayret ediyorlar.
Baskın ulusçulukların soğukluk ve zalimliklerinden söz edenler, vahyin gölgesinde şekillenmemiş ideolojinin şeytan referanslı olduğunu göz ardı edip önümüze rengi değiştirilmiş farklı ulusçuluk modelleri koyuyorlar.
İslam ümmetinden söz ediyoruz, bize diktatörlerin, etnik ve sınırlarını kendilerinin çizmediği devletlerinin çıkarlarını önceleyenlerin uygulamalarını gösteriyorlar.
Onlara göre biz hayalciyiz.
Ümmet coğrafyası üzerinde sınırların olmaması gerektiğini söylediğimiz için hayalciyiz.
Baskın ulusçulukları, sentezlenmiş ideolojileri reddettiğimiz için hayalciyiz.
Müslümanların kardeşliğinden söz ettiğimiz için hayalciyiz.
Bizi bu tanımlamalarla aşağılıyorlar, ama biz hayallerimizden ötürü utanmıyoruz.
Peygamber asrını hayal ediyor ve istiyoruz.
Ensar-Muhacir kardeşliğini hayal ediyoruz.
Kur’an’ın sadece okunup bir kenara bırakılmadığı, aynı zamanda yaşandığı bir toplumu hayal ediyoruz.
Varsın bizi hayalcilikle suçlasınlar.
Ama bu arada kalplerini de yoklasınlar.
Bu suçlamaların arka planında kalbi hastalıklar bulunabilir.
Aziz Peygamber zorlu Hendek günlerinde, hendekteki taşı kırarken müjdeler verdiğinde bazıları mü’minleri hayalcilikle suçlamıştı.
Maddi gözlüklerle bakanlar için söylenenler çok uzak şeylerdi.
O anki sıkıntıları gözlerinde öyle büyütüyorlardı ki, vahyin mesajını taşıyan Aziz Peygamberi duymazdan geliyorlardı.
Ama zaman gösterdi ki, Allah’ın ve Rasulünün vaadi haktır.
Onları hayalcilikle suçlayanlar zelil oldular.
O yüzden diyoruz ki, tarihi bir daha okuyun.
Tarihi de zihniyetiniz doğrultusunda yorumluyorsanız artık diyecek bir şeyimiz olmaz.
Biz ise hayallerimizle yaşamaktan memnunuz.
Not: Bu yazı ilk olarak 11 Ocak 2013’te yayınlandı.