AMERİKAN YAPTIRIMLARI
Amerikan seçimleri konusunda herhalde en fazla değerlendirme ve yorum yapılan ülke Türkiye olmuştur.
İktidarın ayrı, muhalefetin ayrı beklentileri vardı seçim sonuçlarından.
Şubat ayındaki Erdoğan aleyhtarı konuşması dikkate alındığında, Türkiye’deki muhalefetin daha sonuçlar netleşmeden Biden’i tebrik etmesi, umut ve kaygıların en net fotoğraflarından biri olsa gerek.
Seçim sonuçlarının netleşmesi, yani Biden’in göreve başlamasıyla Türkiye’nin ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacağı dile getiriliyordu. Bu da Obama’nın özellikle ikinci döneminde Türkiye karşıtı tutumundan ve Biden’ın da o dönemde Başkan yardımcısı olmasından kaynaklanıyordu.
Ama giderayak Trump’tan ciddi bir hamle geldi.
Yaptırımlardan söz ediyorum.
“ABD'nin Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma ve Mücadele Etme Yasası” olarak açılımı yapılan CAATSA kapsamında Türkiye’de bazı kişi ve kurumlar hedef alınarak yaptırım kararı alındı.
Sözü edilen yasa 2017’de yani Trump döneminde hazırlanmış.
Bu yaptırımın ne anlama geldiği ve nelere yol açabileceği konusundan önce Türkiye’nin yakın tarihindeki Amerikan ambargolarından söz etmek istiyorum.
İlk ciddi problem “Haşhaş ekim krizi” olarak bilinir.
Amerikan yönetimi Nixon başa geçtikten sonra Türkiye’den kontrollü olarak ekimi yapılan haşhaşın tümüyle yasaklanmasını istedi. Türkiye bunu reddedince bu kez üretilen haşhaşın tümünü satın almak istediklerini söylediler. Bu da kabul edilmedi. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, ABD elçisine, ‘haşhaş̧ ekiminin ve üretiminin yüzyıllardır yapıldığını, Türk halkı için gelenekselleşmiş̧ bir ürün olduğunu, hatta Afyon isminde bir şehrin bile bulunduğunu, bu ürünün toptan yasaklanamayacağını, ancak 1963’ten beri bazı kısıtlamaların getirilmeye çalışıldığını’ belirtti.
Amerikan yönetimi ise ülkedeki uyuşturucu bağımlılarının sayısının artmasında en büyük sorumlulardan birinin Türkiye olduğunu iddia ederek tavrını sertleştirdi.
Ekonomik yaptırımlar ve ticari ambargolar gündeme geldi; ancak bunlar uygulamaya geçirilmedi.
İşte tam da bu tartışmaların devam ettiği süreçte 12 Mart 1971’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin verdiği muhtıra sonucu hükümet istifa etmiş ve Nihat Erim başkanlığında bir teknokrat hükümeti kurulmuştu. Bu askeri müdahalenin altında çok sayıda siyasi sebep sayılsa da gerek Bülent Ecevit gerekse de İhsan Sabri Çağlayangil, asıl sebebin “haşhaş meselesi” olduğunu söylemişlerdir.
Nitekim yeni hükümet kısa süre içerinde gerekli görüşmeleri yaptı ve Amerika’nın istediği adımları attı. Bakanlar Kurulu 30 Haziran 1971’de bir kararname yayınladı. Buna göre Türkiye’de haşhaş ekiminin 1972 sonbaharından başlayarak tamamen yasaklandığı ilan edildi.
1973’te seçimlere gidilirken partilerin çoğunun vaadi “Haşhaş ekiminin serbest bırakılması” idi.
Nitekim 1 Temmuz 1974’te hükümet, 7 ilde sıkı devlet kontrolü altında haşhaş ekimine başlanacağını ilan etti. Buna karşılık Amerikan Temsilciler Meclisi 16 Temmuz 1974’te Türkiye’ye gönderilen bütün askeri ekonomik ve diğer yardımlar ile tüm savunma amaçlı mühimmat ve hizmet satışı ve silah nakliyesine ait ruhsatları askıya aldı.
Tam o sıralarda (20 Temmuz 1974) Türkiye, Kıbrıs’a yönelik bir askeri harekâta başladı. Bu da Amerika ile yaşanan gerginliği biraz daha artırdı ve bir süre sonra Türkiye, sıkı bir ambargo ile yüz yüze kaldı.
5 Şubat 1975’te başlayan ambargo üç yıl sürdü. Askeri açıdan tümüyle Amerika’ya bağımlı bir ülke durumundaki Türkiye, bu süre içinde oldukça büyük maddi kayıplar yaşadı. Amerika’dan “resmen” alınamayan “yedek parçalar” Amerikan istihbaratı tarafından kontrol edilen silah kaçakçılarından çok yüksek fiyatlarla satın alındı. Hatta 60 dolarlık parçaların 600 dolara alındığı bile sonradan ifade edildi.
Ambargoya karşı, bazı Amerikan üslerinin kapatılması ile cevap verildi. Türkiye’de “Yerli üretim”in dile getirilmesi ve buna yönelik bazı adımların atılması da ambargodan vazgeçilmesinin nedenlerindendir. Savunma Sanayi müsteşarlığının kurulması da bu döneme rast gelir. Ama bu arada 12 Eylül darbesinin de “üslerin kapatılmasına” karşı “Amerika’nın içerideki çocukları” tarafından yapıldığını unutmayalım.
Günümüze gelirsek…
Trump’ın yaptırım kararı aslında klasik ulusalcı politikanın devam ettirilmesi ve Biden’in kucağına daha göreve başlar başlamaz bir “sorun” bırakma çabasından başka bir şey değil. Bu yaptırımın Erdoğan ve hükümetine zarar vermeyeceğini; ama Biden’in politika belirlemede sıkıntılarla karşı karşıya kalacağını sanırım yakında göreceğiz.
Savunma Sanayi ve başındaki kişilere yönelik yaptırım Türkiye’de dikkatleri bu alana ve bu alandaki başarılara çevirecektir. Bu da Erdoğan için beklenmedik bir kazanç haline gelebilir.