• DOLAR 34.66
  • EURO 36.359
  • ALTIN 2928.919
  • ...

Yanlış yürütülen “çözüm süreci”nin oluşturduğu tahribat maalesef yanlış müdahalelerle düzeltilmeye çalışılıyor. PKK ve siyasi uzantılarıyla yürütülen müzakereler nasıl ki, konuya esastan eğilmeye değil de silahların bırakılmasında düğümlendiyse, şimdilerde ülke içinde silahlı unsurların zayıflaması ve ülke dışında da ciddi bir mücadelenin yürütülüyor olması “Kürt meselesinin” bittiğinin göstergesi değildir.

Sorunların yanlış tespiti doğru çözümlere götürmez.

Çözüm sürecinde liberallerin kayığına binerek büyük kayıplara sebep olanlar, şimdilerde ulusalcıların güvenlikçi politikalarının peşine takılmış durumdalar.

Yasin Aktay, meseleyi “90’lar ve 2002 sonrası” çerçevesinde değerlendirerek sonuçlar çıkarmaya çalışıyor:  

“İlk başta meşruiyetini Kürtlere devletin yaptığı haksızlıklara dayandırıyordu. Buna artık denilecek bir şey kalmamıştı. Devlet gerçekten faili meçhulleriyle, inkarcı ve asimilasyoncu politikalarıyla, köy boşaltma ve hapishane uygulamalarıyla Kürt sorununu elleriyle besleyip büyüttü.

Ancak 2002 yılında iktidara gelen AK Parti ile birlikte yepyeni bir safha başladı. Kürt sorununa zemin oluşturan bütün uygulamalara son verildi. Kürt dili, kimliği, kültürü üzerindeki bütün kısıtlamalar, yasaklamalar kaldırıldı. Devlet eliyle 7/24 en kaliteli Kürtçe yayınlar yapılmaya başlandı. Devlet söyleminde Kürtler bir kültürel kimlik olarak saygı ifade edilerek tanındı. Bu yolda adım adım çok mesafe kat edildi.”

Aktay, aslında çok iyi bildiği meseleye konjonktür gereği yanlış yerden bakıyor.

Bir defa bu, usulden değil esastan ele alınması gereken bir konudur. Sorun cumhuriyetin kuruluş felsefesindeki ulus-devlet mantığından ve bunun üzerine inşa edilmeye çalışılan “yeni bir ulus yaratma” projesinden kaynaklanmaktadır. Sorun imparatorluk bakiyesi bir ülkede farklı etnik unsurlara yönelik adalet ve eşitlik eksenli bir bakışın da toplumu bir arada tutan “din kardeşliği” harcının da devre dışı bırakıldığı seküler bir anlayışın hakim olmasıyla alakalıdır.

Meselenin PKK ve silaha indirgenmesi, ekonomik anlamda gelişmemişlikle izah edilmesi çözüme götürmeyen bir kısırdöngünün oluşmasına neden olmuştur. HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam meseleyi çok net ifade etti: “Kürt Meselesini sadece ekonomik sorunlar ve terör bağlamında değerlendirmek bugüne kadar bir sonuç vermemiştir. Gerçeklere gözleri kapatmak, var olan inkâr ve asimilasyona meşruiyet kazandırmadığı gibi sorunun çözümüne de hiçbir şekilde katkı sunmamıştır.”

Asıl sorun bir dönemin inkar ve asimilasyon politikalarının ülkenin anayasasında halen yer alıyor olması ve bu zihniyetin dönemsel geri çekilmeler yaşansa da halen sistemin en önemli dayanağı halinde bulunmasıdır.

Çözüm, inkarcı ve asimilasyoncu zihniyetle açıkça yüzleşmekte ve “beka korkusunu” bir tarafa bırakarak adalet çerçevesinde insani olan adımları atabilmektedir.

Erdoğan bir dönem bununla hesaplaşma sinyalleri verdi ve bu da Kemalist kliklerin “darbe senaryoları” hazırlamasına neden oldu.

Evet, Erdoğan’ın Kasım 2011’de yakın tarihe “Dersim özrü” olarak geçen bir konuşması vardı ki, malum zihniyetle hesaplaşma anlamında önemli ayrıntılar barındırıyordu.

"Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben 'Özür dilerim', diliyorum” dedi Erdoğan. Ardından da şunları ekledi: “Ancak CHP adına, CHP zihniyeti adına özür dilemesi gereken varsa, şu anda güya 'Yeni CHP'nin genel başkanıyım' diyorsun ya. 'Onur duyuyorum diyorsun' ya hadi onurunu kurtar bakalım"

Erdoğan o konuşmasında dönemin teftiş raporlarında geçen şu önemli ayrıntıyı da paylaşmıştı:

“1926 yılında mülkiye müfettişi Hamdi beyin raporuna atıf yapılıyor. Dersim hükümeti Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliye yapmak ve ihtimalatı selameti memleket namına farzı ayındır diyor. Dersim, Türkiye için cehalet, maişet darlığı, dahili ve harici tesvilat ve Kürtlük temalüatı ile bulaşmış tehlikeli bir çıbandır. Kesin bir ameliyeye tabii tutulması lazımdır.”

Dersim sadece bir örnektir. Yüzleşme için istiklal mahkemeleriyle de hukuksuz idam ve sürgün kararlarıyla da hesaplaşmak gerekir; ancak asıl olan emperyalizmle savaşmış bir halkı emperyalist kültür ve yaşam tarzına mahkum eden zihniyetle hesaplaşmaktır.

Ötelemeler maalesef zamanla zulme ve haksızlığa meşruiyet kazandırmaya, ilkesel savrulmalara neden olabilmektedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları