BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
10 kasım günü bir internet sitesi günün anlamına binaen yorumsuz olarak şöyle bir başlık girmişti: “Matbuat hiçbir surette baskı ve nüfuz altına alınamaz” Kemal Atatürk.
Kendince bununla günümüzde “basına uygulanan baskıları” eleştiriyor; ama bu arada Kemal Atatürk döneminde basına baskı uygulanmadığını anlatmaya çalışıyordu.
Günümüzde gazeteciliğin hükümet tarafından “basın kartı” üzerinden nasıl bir cendereye sokulmak istendiği ve “post modern bir baskı” oluşturulduğu bir gerçek. Yani kimse hakarete varan kimi eleştirileri örnek gösterip memlekette “basın özgürlüğü” olduğunu iddia etmesin.
Bunu ayrıca değerlendireceğiz inşallah.
Ama bu yazıda irdelemek istediğimiz konu Kemal Atatürk döneminde basına baskı olmadığı iddiasıdır.
Peki, öyle miydi gerçekten?
Büyük oranda Kadir Çandarlıoğlu’ndan alıntılar yaparak veriler paylaşalım.
Önce “Takriri Sükun kanunu” ve sonuçları.
Takrir-i Sükun Kanunu 4 Mart 1925’te yürürlüğe girmişti. Gerekçe olarak Şeyh Said kıyamı gösterilmiş ve 3 Mayıs 1925 tarih ve 1846 sayılı kararname ile “Havali-i Şarkiyede İdare-i Örfiye Mıntıkasında tatbik edilecek sansür Talimatnamesi” uygulamaya konmuştu. İlkin iki İstiklal Mahkemesi kurulmuş ve bu mahkemeler idam kararı dahil olağanüstü yetkilerle donatılmıştı. Bu kanuna istinaden Son Telgraf, Sada-i Hak, İstikbal, Press de Suar kapatılmıştı. Tanin, Tevhid-i Efkar, Sebilürreşad, Aydınlık ve Resimli Ay gibi büyük oranda Kemalizm’i destekleyen ve sol fikriyattaki gazete ve dergiler de aynı muameleye maruz kaldı. Vatan ve Vakit gazeteleri de kapatılmış, gazetelerin sahipleri ve yazarları yargılanarak tutuklanmıştı.
Bu kanun ile muhalif basın organları nefes alamayacak hale gelmişti.
Hüseyin Cahid Yalçın yargılananlardan biridir. Suçu ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın merkezinde yapılan arama için Tanin Gazetesi’nde “baskın” diye yazmasıdır.
Gazeteciler ve yazarlar Elazığ İstiklal Mahkemesi’nde aylarca yargılandılar. Çoğu yeni rejime yakın olan bu isimler Mustafa Kemal’e telgraflar çekerek yardım istediler.
Mustafa Kemal, mahkemeye bir telgraf çekmiş ve “bağımsız yargı” bunu göz önünde bulundurarak yargılananları beraat ederek salıvermiştir.
Yargılananlar içerisinde sonraları Hüseyin Üzmez’in suikastine uğrayacak olan Ahmet Emin Yalman da vardır. Yalman’ın Mustafa Kemal’e gönderdiği telgrafta “affedilmesi halinde bir daha gazetecilik yapmayacağına dair söz verdiği” olayın tanıkları tarafından aktarılmıştır. Affedilen Ahmet Emin Yalman, söz verdiği gibi gazeteciliğe ara verir ve on yıl kadar araba lastiği ticareti yapar.
Velid Ebüzziya, Suphi Nuri, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü, Hüseyin Cahit, Cevat Şakir, Zekeriya Sertel gibi isimler yargılanmış ve bazılarına 15 yıla kadar hapis cezası verilmiştir.
Takrir-i Sükun yeterli gelmemiş olacak ki, 1931 Matbuat Kanunu çıkarılmıştır.
Kanun yürürlüğe girdikten on gün sonra Yarın gazetesi kapatılmış, yerine açılan gazete de sadece bir sayı çıkabilmiş, o da toplatılıp yasaklanmıştır.
Son Posta Gazetesi’nde Zekeriya Sertel’in “tek parti”ye eleştirilerinden dolayı Sertel ve gazetenin Sorumlu Müdürü Selim Ragıp üç yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.
Vedat Nedim, Şevket Süreyya ve Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali’nin yer aldığı Aydınlık dergisi de bu yasayla kapatılmıştır. Aydınlık kapatıldığında yazarlarından olan Nazım Hikmet yurt dışına kaçmıştır. Muhit ve Türk Yurdu isimli dergiler de kapatılmıştır.
Kapatmanın dışında yayın organlarının ne yazıp yazmayacaklarını keskin sınırlarla belirliyordu “Tek adam” ve “Tek Parti” yönetimi.
Niyazi Berkes, CHP iktidarına bağlı olan Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nün işinin ne olduğunu çok net izah ediyordu:
“Başlıca işi gazetelere direktif vermek, falan yazılacak, filan yazılmayacak ya da şöyle yazılacak demek.”
İçeride bu yasaklar ve yargılamalar devam ederken dışarıdan da çok sayıda gazete ve derginin ülkeye girişine yasak konmuştur.
Aynı zamanda İnönü’nün damadı da olan gazeteci Metin Toker, 1940’lı yılları anlattığı anılarında gazetede duran, yasak kararlarının bulunduğu bir dosyadan söz eder:
“Gün geçmezdi ki Birinci Şubeden bir memur gelip yeni bir yasak kararını getirmesin ve dosyayı şişirmesin. Sonradan bu dosyayı gözden geçirmek fırsatını bulmuşumdur. Neler yoktu ki… Hangi haberin kaçıncı sayfada kaç sütun üzerine hangi puntolu harflerle gösterilmesi gerektiğinden, hava durumunun yazılmaması emrine kadar.”
İnönü döneminde “Tek Parti” sansür uygulamalarından birkaç örnek verelim:
“Halkımıza vesika ile ekmek satışı hususunda gazetelerde hiçbir şekilde haber yapılmayacaktır.” (Matbaa Umum Müdürlüğü) 9 Ocak 1942
“Son günlerde artan şeker fiyatları hakkında gazetelerde haber yapılmayacaktır.” (Matbaa Umum Müdürlüğü) 29 Ocak 1942
“Reisicumhur İsmet İnönü, Ankara civarında küçük bir seyahat yapmak üzere hareket etmiştir. Gazeteler bundan başka hiçbir şey yazmayacaklardır.” (Matbaa Umum Müdürü) 14 Aralık 1940
Son olarak gazetecilerin ne kadar özgür olduğunu İstiklal Mahkemesinde yargılanan Ahmet Emin’den okuyalım:
“Hayretle şunu gördük ki Elazığ İstiklal Mahkemesi huzurunda yargılanan Türk gazetecileri garip bir çifte hayat yaşıyorlardı. Birisi her gün takım takım ölüm cezaları veren ve hükümlerini kimseye sormadan, kimseye hesap vermeden yürüten korkunç bir “İhtilal Mahkemesi”nin huzurunda saatlerce titremek, kanun filan tanımayan Mahkemenin sorguları karşısında sıkıntılı dakikalar geçirmek, her sabah sehpalarda sallanan cesetlere bakarak kendilerini de böyle bir akıbetin bekleyebileceğini hatırlamaktı.”
Demek ki “Matbuat hiçbir surette baskı ve nüfuz altına alınamaz” sözü gerçekler karşısında pek bir anlam ifade etmiyormuş.