• DOLAR 34.631
  • EURO 36.371
  • ALTIN 2915.754
  • ...

HÜDA PAR Genel Başkanı Sayın İshak Sağlam’ın gündem değerlendirmesindeki “Hukuk Karşısında Kimse İmtiyazlı Olamaz” başlığı dikkatlerden kaçsa da çok önemli bir konuya parmak basıyordu.

“Terörle mücadelede görev alan personelin, görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi olarak belirlenen avukatların ücretlerinin ödenme usulüne ilişkin yönetmelikte değişiklik yapıldı. Personelin tanımı genişletilerek mülki amirler de bu kapsama dâhil edildi. İlk kez 2008 yılında yayımlanan bu yönetmelikle, Terörle Mücadele adı altında gerçekleşen hukuk dışı uygulamalar devlet korumasına alınmıştır.”

Doğrusu, bu, “güvenlik mi, hukuk mu” tartışmasında güvenliğin tercih edildiğini gösteren açık örneklerdendir.

Türkiye, yakın geçmişte bu problemle birçok kez yüz yüze geldi ve maalesef ciddi sıkıntılar yaşadı. Devletin birçok kurumu hukuku Bypass ederek adımlar attı ve herkes bundan zarar gördü; toplumsal hafıza yara aldı.

Mesela bir asker çıkıp (Korgeneral Altay Tokat) bir dergiye “görevi sırasında hâkimleri ve memurları hizaya getirmek için bomba attırdığını itiraf etmiş, yargılanmış; ama “takipsizlik” kararı verilmişti. Aslında açılan davanın konusu da oldukça ilginçti. Genelkurmay Askeri Mahkemesi, mezkur şahsı, "Komutanlara karşı güven hissini yok etmeye çalışmak ve yetkisi olmadan açıklamalarda bulunmak" suçlarından yargılamış ve sonuçta ceza vermemişti.

3 Kasım 1996'da Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi yakınlarında meydana gelen trafik kazası, bir skandalın ortaya çıkması açısından önemliydi.

Kazanın ardından kamuoyu, "devlet, siyaset, mafya" üçgeninde yasa dışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasını talep etti. Buna karşılık Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Devlet bazen rutinin dışına çıkar” diyerek meselenin büyütülmemesini istedi.

Evet, mesele çok tartışıldı; ama hiçbir zaman hukukun önü tam olarak açılmadı. “Güvenlik” hukukun önüne geçti ve bu da beraberinde büyük yolsuzlukları, hortumları, ekonomik krizleri getirdi.

Sayın Cumhurbaşkanı, 2009’da bir mitingde yaptığı konuşmada bu mantığı şiddetle eleştiriyor ve bakın neler diyordu:

“Bugün siyasi misyonlarını çetelere, vergi hırsızlarına avukatlık yapmakla izah edenler, hukuksuzluk yapanları, milletin ekmeğine göz dikenleri korumayı rejimi korumakla eş anlamlı görenler var ya... İşte öncekiler de diyorlardı ki 'devlet bazen rutinin dışına çıkabilir' Biz, 'hayır' diyoruz. Hukuk devleti rutinin dışına çıkamaz. Hukuk devleti rutinin dışına çıkarsa çete olur, zulüm olur, kanunsuzluk olur, hortumculuk olur.”

Sayın Erdoğan o dönemde “Ergenekon’un avukatıyım” diyenleri eleştiriyordu; ama bu arada Gülen grubunun polis ve yargıda nasıl hukuksuzluklara imza attıklarını delil ihdas edip insanları suçladıklarını, yasadışı dinlemeler ve izlemeler ile şantaja başvurduklarını ya görmüyor ya da kendince daha büyük bir tehlike ile -darbe gibi- yüz yüze olduğu için görmezden geliyordu. Yatak odalarını gözetleyen ve çektiklerini servis eden ya da etmekle tehdit eden ve maalesef kamuoyunda “dini bir cemaat” olarak görünen bir çete, hiçbir ahlaki ve hukuki kaideye dayanmadan devlet kurumlarını istila ediyordu.

Herkes biliyor ki, 17-25 Aralık süreci hukuki kılıfa sokulmuş, şantaj ve yalanlarla süslenmiş bir polis-yargı darbesiydi. İyice palazlanmış, yargı ve poliste olduğu kadar askerde de yer tutmuş bu grup üzerinden Amerika, Türkiye siyasetini dizayn etmeye çalışıyordu.

Başarısız olduklarında devreye uçaklar ve tanklar girdi.

15 Temmuz darbe girişimi, Allah’ın yardımı, Erdoğan’ın dirayeti ve halkın cesareti ile başarısız oldu.

Ondan sonra beklenen şey hukuka uygun bir yargının ve halkın emrinde bir ordunun oluşması için çaba sarf etmekti; ama maalesef bu olmadı.

İçeride devlet aklına neredeyse hakim olan “ulusalcı” zihniyet, yapılan bunca hataya rağmen hukuk değil de güvenlik perspektifini öne çıkardı. Hafıza olarak da tümüyle hukuksuz bir zeminde inşa edilmiş FETÖ ve Ergenekon’un birikimini esas aldı.

Tümüyle umutsuz değiliz. Eğitimde 18 yıldır yapılan yanlışları itiraf eden Sayın Cumhurbaşkanı, hukuksuzlukların önlenmesi için de adımlar atmalıdır; ama gittikçe geç kalınmaktadır.

HÜDA PAR’ın ne yaptığı, Sayın İshak Sağlam’ın ne dediği dikkate alınmalıdır.

Bu konuda olduğu gibi:

“Hukuk devletinde kişilerin ifa ettiği vazifeye bakılmaksızın, işlemiş olduğu suçlar adil bir yargılanmaya tabi tutulmalı ve hukukun gereği yerine getirilmelidir. Terörle mücadele dahi olsa, hiç kimse vazife sırasında hukukun dışına çıkma salahiyetine sahip değildir. Söz konusu imtiyazlar, terörle mücadele personeline gereksiz bir koruma kalkanı oluşturduğu için suça teşvik anlamındadır.”

Yazarın Diğer Yazıları