• DOLAR 34.566
  • EURO 36.633
  • ALTIN 2921.789
  • ...

Bu sene nispeten sakin bir süreçle geldik 1 Mayıs’a.

“İlle de Taksim” diyenlerin sesi daha az çıktı.

Sol kesimden gelen içi boş “devrim romantizmi” dolu 1 Mayıs davetleri de duyulmadı.

Hatta Erdoğan’ın mesajı daha dikkat çekiciydi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs mesajında şunları söyledi: “İşçi ve emekçi kardeşlerimizin, üretimden gelen güçlerini kullanarak, haklı taleplerini demokratik platformlarda dile getirmesi, sorunların karşılıklı diyalog ve uzlaşma içerisinde çözüme kavuşturulmasını sağlayacak ilk adımdır” dedi.

Herhalde seçimlerin havasının tam dağılmamış olması, sağ ve solun uç tonlarının ittifaklarda yan yana gelmesi de 1 Mayıs havasının biraz yumuşamasına neden olmuştur.

Zamanla ideolojiler, söylem ve eylemler değişince 1 Mayıslar da değişiyor.

Öfkeli sloganların, çatışma hazırlıklarının yerini daha fazla eğlence ve müzik almaya başladı.

1 Mayıs’ın sert şekliyle en fazla gündeme geldiği yıllar ise 70-80 arasıydı.

Halil Berktay o dönemi anlatırken şunları yazmıştı:

“Belli başlı 4 ana akım vardı. Bir de bunların alt unsurları vardı. Birinci grup, eski ve en barışçı, demokratik ve reformcu bir çizgide olan, Avrupa komünizmini savunan Mehmet Ali Aybar ve çevresi. Yani eski TİP önderliği. İkinci grup, esas karargahı yurtdışında olan, Türkiye içinde yarı legal bir örgütlenmesi olan Türkiye Komünist Partisi`ydi. Üçüncü grup ise TKP`nin zıt kutbunda, maalesef, benim de içinde bulunduğum, Çin taraftarı Maoculuk`tu. Şimdi bunları anlatırken kendi kendime bu zırvalara bir dönem nasıl inandığımı düşünmeden edemiyorum. Bunun dışında Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği grupları vardı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya`nın uzantısı gruplardı bunlar. Bunlar da farklılıkları olmakla birlikte Maocu çizgide yer alıyordu. Herkes yüzde yüz saf Marksizm`i arıyordu. Her fraksiyon kendi örgütüne yakın olduğu ülkeye olağanüstü bir bağnazlık ve dogmatizmle sarılıyordu. Diğerleri emperyalizmin ajanı olarak görülüyordu. Bütün bu örgütler arasında korkunç bir düşmanlık vardı. Solun büyük kesimi silahlıydı. Şiddeti tümüyle reddeden barışçıl bir sol o dönemde var olamadı.”

Şimdi solun militan kesimi büyük oranda Amerika’nın gölgesinde varlığını devam ettiriyor. Halen Amerikan karşıtlığında konumlanmış sol gruplar varsa da eski güçlerine sahip değiller.

Aslında bu da solun PKK’ye yanaşmasından sonra oldu.

Önce Türkiye’de sonra da Suriye’de bir “çatı” altında bir araya getirilen sol gruplar “Amerikan desteğiyle” devrim mücadelesi vermeye başladılar.

Amerika’nın kapitalistliği, emperyalistliği pek bir şey ifade etmemeye başladı.

Belki de diyalektikte tezler yanlış anlaşılmış, yanlış anlatılmıştı.

1 Mayıs’ın ilk ortaya çıkmasına neden olan kanlı olayların yaşandığı yerin Amerika olması, o coğrafya ile bir duygudaşlığa girme sebebi olabilirdi; ama uzun süre bu olmadı.

Şimdi taşlar yeniden yerleştiriliyor.

Her 1 Mayıs’ta söylenen, şairin “Güzel günler gelecek” sözü, devrimi değil de kapitalist gömleği giymenin rahatlığını, emperyalist şemsiyesi altında mücadele tarzları geliştirmeyi anlatıyormuş.

Tabii halen bunu tam anlamayanlar da varmış.

DSİP İstanbul il örgütünün mesajı şu şekildeydi:

 "Krizin faturasını patronların ödemesi için,

Irkçılığa karşı göçmenlerle dayanışmak için,

Militarist çözümlere karşı barışı savunmak için,

1 Mayıs’ta Bakırköy pazar alanındayız.”

Seçimlerde patronlarla, göçmen düşmanı ırkçılarla beraber hareket et, sonra da böyle bir mesaj ver!

“Bu kadarlık çelişki de olsun” diyorsanız bizim artık söyleyecek sözümüz kalmaz.

Yazarın Diğer Yazıları