Yumruktan yumruğa fark varmış
Bir asker cenazesinde CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik protestoların ve nihayet atılan yumruğun iç ve dış gündemin önüne geçtiği günleri yaşıyoruz.
Sri Lanka’daki vahşi saldırı, Amerika’nın ambargoyu genişletme kararı, Libya ve Sudan’daki gelişmeler bile yeterince tartışılmadı.
Ankara’nın Çubuk ilçesindeki olay spontane gelişsin ya da organize olsun çok da üzerinde durulmayı hak etmiyor.
Öyle ya eğer siz PKK’nin siyasi uzantısı olarak görülen bir partiyle ittifak halindeyseniz ve PKK saldırısıyla hayatını kaybeden bir askerin cenazesine katılıyorsanız protestoları göze almanız gerekir.
Kitlesel öfkelerin söylemden eyleme geçmesi için ufak bir kıvılcım yeterlidir ve Çubuk’ta yaşanan da budur.
Ama protestoların fiili şiddete dönüşmesi siyasi anlamda verilebilecek mesajın verilememesine ve Kılıçdaroğlu’nun “mağdur” olarak prim yapmasına neden olmuştur.
Şimdi artık bu tip olayları kullanmakta son derece usta olan CHP ve müzahir çevrelerin yapacağı şey kadraja takılan fotoğraf üzerinden yürümek ve farklı alanlarda kazanımlar elde etmek olacaktır.
CHP bu konuda meclis araştırma komisyonu kurulmasını istemektedir mesela.
Oysa bu olay ilk değildir.
Türkiye siyaset tarihinde protestolara yumrukların karıştığı dönemler olmuştur.
Mesut Yılmaz’ın, Ahmet Türk’ün, Taner Yıldız’ın, Bekir Bozdağ’ın saldırıya uğradığı, yumruklandığı olaylar vardır ki, bu isimler, başbakan, bakan ve milletvekili idi.
CHP medyasının yumruklara tepki göstermediği, hatta bir bakanın burnunun kırıldığı saldırı için “yumruk terapi” dediği unutulmamalıdır.
Gelin bu yumruk olayına klasik CHP’li bakışını Yılmaz Özdil üzerinden anlamaya çalışalım.
Özdil’in 23 Nisan tarihli yazısının başlığı şu idi: “ O yumruğu atanı hepimiz tanıyoruz”
Altta neler yazdığına bakalım:
“Faili meçhul değildir o.
Faili meşhurdur.
Biz onu Menemen'den tanırız.
6-7 Eylül yağmasından tanırız.
Madımak'tan tanırız.” (…)
“Yalancıdır.
İkiyüzlüdür.
Hatta binbir surattır.”
Hakaretleri bu minvalde gidiyor Özdil’in.
Ama şu cümle özellikle dikkatimi çekti.
“Bayrağı ezanı dilinden düşürmez ama, aslında kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutar.”
Mustafa Kemal üzerinden servet kazanan biri, 17 yıl önce kardeşini, şimdi de yeğenini kaybeden bir çiftçi için söylüyor bunları.
Ama biz buna takılmayalım ve yumruğa dönelim diyoruz.
Yılmaz Özdil’in 14 Nisan 2010 tarihli yazısına…
Yazının başlığı “Yumruk”…
HDP’li Ahmet Türk’ün burnunun kırılmasına sebep olan “yumruk” ile ilgili yazmış Özdil.
İbretlik bir yazı. Merak edenler arşivden bulabilir, ben bazı bölümlerini alıyorum:
“Suya sabuna dokunmadan, “sağduyu” çağrısı yapabiliriz mesela... Nasıl olsa, bol keseden yapılan sağduyu çağrıları maaştan kesilmiyor. (…)
Soralım dolayısıyla... Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek “demokratik hak” kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye “ırkçılık” oluyor?
Mayın demokrasiyse...
Yumruk niye faşizm? (…)
Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun... Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu...”
Şimdi Yılmaz Özdil’e de CHP’lilere de şunu sormak istiyoruz.
Ahmet Türk’e de Kemal Kılıçdaroğlu’na da atılan yumrukta dolaylı olarak tepki gösterilen aslında PKK değil miydi?
Neden Ahmet Türk’e atılan yumruk “Adaletin tokmağı” oluyor da Kemal Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğun kaynağı Menemen oluyor, Madımak oluyor, 6-7 Eylül oluyor?
Bu soruların cevap bulması gerekiyor.