• DOLAR 34.608
  • EURO 36.686
  • ALTIN 2914.05
  • ...

Türkiye, bundan yaklaşık 10 ay önce (24 Haziran 2018) sistem değişikliğinin hayata geçtiği bir seçim yaşadı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri devam eden parlamenter sistemden “güçlü başkanlık sistemi”ne fiili olarak geçti.

Muhalefet kabul etmiş gibi görünse de yeni sistemi tam olarak sindiremediğini belli aralıklarla dile getirdi.

31 Mart seçimleri, Amerika ile Suriye konusunda sıkıntıların yaşandığı, FETÖ ve PKK operasyonlarının devam ettiği, sınır ötesi harekatın gündemde olduğu bir dönemde yapıldı. Londra ve Washington merkezli ekonomik saldırıların devam ettiği bir süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli, seçim sonuçlarının “Devletin bekası” ile alakalı bir hale geldiğini dillendirdiler. Batı basınında yapılan kimi yorum ve analizler, PKK’nin yönetim merkezinden, FETÖ’nün ülke dışındaki bağlantılarından yapılan açıklamalar ve bazı kesimleri harekete geçirme çabaları Erdoğan ve Bahçeli’ye “Beka söylemleri” konusunda haklı olduklarını düşündürdü. Tüm bunlara rağmen son dönemlerdeki ekonomik sorunlar, zamlar ve AK Parti içerisindeki çekişmeler, parti tabanının bir kısmında sandığa gitmeyerek yönetime mesaj verme düşüncesini değiştirmedi. Muhalefet de bunun farkına vardığı için seçmenlerini sosyal konum ve ideolojik duruşlarına göre teyakkuzda tutma çabasına girişti ve büyük oranda başarılı oldu. Beyaz Türklerin oy kullanma konusundaki hırsları dikkat çekti.

Her şeye rağmen sistem tartışmalarının kimi vuracağı belli değildi.

Gerek muhalefet gerekse de hükümet tarafı yerel seçimlerden sonra “erken seçim”in gündeme gelmeyeceğini söyleyerek geniş halk kitlelerinin tedirginliğinin önüne geçmeye çalıştı. Muhalefetten bazı isimlerin seçime az kala “devletle uyumlu çalışacakları” mesajını vermesi, kendileri açısından artı puan olarak değerlendirildi. 

31 Mart seçimleri herhalde ideoloji ve ittifak kelimelerinin de anlamını değiştirdi.

Türkiye’nin siyasi tarihinde farklı ideolojilerin bu derece yakınlaştığı bir döneme rastlamak zordur. Daha önceleri merkez sağın muhafazakar ve milliyetçi partilerle ya da merkez sağın Kemalist sol ile koalisyon kurdukları olmuştur. Hatta muhafazakar siyasetin Kemalist sol ile koalisyonu (CHP-MSP) bile bir dönem söz konusu olmuş ve kısa süreliğine hayata geçmişti.

Ama MHP ve CHP siyasetinin ya da aşırı sol ile milliyetçi sağın aynı çatı altında göründüklerine rastlanmadı. Son birkaç yıldır bu da görülmeye başlandı.

Türk milliyetçiliğinin en sağındaki bir İyi Parti ile Kürt solunun siyasi partisi olan HDP, muhafazakar siyasetin önemli partisi –ki dört partileri Kemalist sol ideoloji tarafından kapatılmış- Milli Görüşün SP’si, aşırı solun ÖDP’si Kemalist solun CHP’si ile ittifak kurabildiler.

Benzer bir durum karşı taraf için de geçerli. Yerelde ve dışarıda “Ümmetçi” bir görüntü veren AK Parti ile Kemalist sistemin ırkçı uygulamalarını destekleyen (Andımız gibi) MHP bir ittifak çatısı altında buluşabildiler. Daha önceleri “Türk ırkçılığını da Kürt ırkçılığını da reddediyoruz ve ayağımız altına alıyoruz” diyen Erdoğan, Türk ırkçılığının sembol isimlerinden olan Nihal Atsız’dan şiir okuyabilecek noktaya geldi.

Ak Parti-MHP ittifakı, içeride milliyetçi, dışarıda ise ümmetçi bir politikayı “devlet politikası “haline getirdi. 

İdeolojilerin yerini bir tarafta “Erdoğan düşmanlığı”, diğer tarafta ise devletin çıkarları aldı.

Seçimin ilginç gerçeklerinden biri şuydu:

Birçok seçmen ittifaktan dolayı hiç tanımadığı, hizmet ve vaatlerinden haberdar olmadığı adaylara oy vermek zorunda kaldı.

Seçimin anlaşılması zor görüntülerinden biri de şuydu:

İstanbul’da AK Parti kaybedip inkar ve asimilasyon politikalarının başlatıcısı olan Kemalist CHP kazandığı için Kuzey Suriye’deki PKK bağlantılı gruplar sevinç gösterisinde bulundu.

 

Yazarın Diğer Yazıları