Klişe ifadeler
Yeni Zelanda’da camilere yönelik katliamın görüntüleri ortaya çıkınca Müslüman kamuoyunda büyük bir tepki oluştu. Özellikle insanlıktan bir parça bile nasibini almamış olan katilin yaralıları bile sağ bırakmamak için çaba sarf etmesi, katliamdan önce manifestolarla tehditler savurması tam bir öfke patlamasına neden oldu.
Tepkiler farklı şekillerde kendini gösterebilir.
Batılı yayın organları ve siyasilerinin İslam’ın ruhuyla hiç de uyuşmayan kimi eylemlerden yola çıkarak “İslamcı terör” ifadesini kullanmasının meydana getirdiği hava ve buna cevap verememenin sıkıntıları zaten vardı. Yeni Zelanda olayıyla bu hava iyice gerginleşti ve birçok yerden “Hıristiyan terörü” ifadesinin kullanılmasına neden oldu.
Bu, kendini tanımlarken düşmanının üslubundan faydalanmak gibi bir garipliği içinde barındırıyor.
Genellemecilik, İslam’ın derin irfanında karşılığı olmayan bir davranıştır. Batı zihin yapısına uyan “Klişe ifadeler” bizi çelişkilerle yüz yüze bırakır.
“Haçlı terörü” ya da “Evangelist terör” demek belki biraz anlaşılır olabilirdi; ama kültürel anlamda Hıristiyan olanların çoğunluğunun Yeni Zelanda katiliyle aynı duygulara sahip olmadığını sanırım herkes fark ediyordur.
Katliamın dehşeti karşısında öfkeye kapılıp kimi sözler söyleyenlerin fevri davranışları anlaşılabilir; ama yine bundan yola çıkıp “Biz adam olmayız” moduna girenleri de “Terörün dini de ideolojisi de olmaz” diyenleri de anlamak gerçekten zor.
İnsan hafızasının unutkanlığından faydalanmak mı istiyorlar yoksa farklı bir dünyada mı yaşıyorlar, bilemiyorum.
Terörün kaos ve tedhiş gibi bir hedefi yok mu?
Terör kimi ideolojilerin, emperyalistlerin en önemli aracı değil mi?
İsterseniz önce terörün tanımına bakalım:
“Terör ya da terörizm, siyasal, dinsel ve/veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımıdır.”
Bir konu netleşsin diye belirteyim: İşgallere karşı verilen direniş terör olarak kabul edilmez; ama çoğu kez teröristin meşru, direnişçinin terörist olarak yansıtıldığı bir dünyada yaşadığımızı da unutmayalım.
Son yüz yıldan örnek vererek bazı şeyleri somutlaştırmak istiyorum.
Filistin toprakları, İngiliz işgali altındaydı ve Siyonist çeteler “Haganah”, “İrgun” gibi örgütler kurdular. İlginç olan şu ki, bu örgütler işgalci İngiliz güçlerine değil de sivil halkı hedef alan ve göçe zorlayan saldırı eylemlerine giriştiler. Çok sayıda katliam gerçekleştirdiler. O dönemin terör örgütü liderleri sonradan “İsrail devletinde” yönetici oldular. İster Siyonizm’den ister Yahudilikten kaynaklandığını söyleyin, çetelerin eylemleri tedhiş ve terörü net olarak ifade ediyordu.
Cezayir bağımsızlık savaşı da iyi bir örnektir.
Fransa’nın işgale karşı direnenlerle sınırlı kalmayıp tüm halka yönelen ve vahşet boyutlarını çok aşan eylemleri “terör” tanımına uymaktadır.
Ermeni örgütlerinin 1915 olaylarını bahane ederek olaylarla hiç alakası olmayan diplomatik temsilcileri ve havaalanlarında sivil insanları katletmeleri “terör” eylemleridir.
Filistinli örgütlerin doğu bloku ile irtibat halinde geliştirdikleri ve bazen sivilleri de hedef alan eylem biçimleri bile koptukları inançlarıyla değil ideolojik anlamda bağlı oldukları sosyalizm ile alakalıydı.
İslami direniş hareketlerinde de Ortadoğu ve Afrika’nın gelenekten kopmamış hareketlerinde de tedhiş ve yıldırma amaçlı “hedef gözetmeden saldırı” mantığı yoktur. Tedhiş amaçlı hedef gözetmeden yapılan saldırılar ya da daha açık ismi ile terör eylemleri ya sol ideoloji ile bağlantılı ya da emperyalizmin paramiliter güçlerinden kaynaklanmaktadır.
Şunu net olarak ortaya koyalım.
İslam dünyasındaki kimi tedhiş hareketleri kesinlikle işgallerden, katliam ve işkencelerden sonra ortaya çıkmıştır ve arızidir. Keza mezhepçi ve etnik şiddetin de geçici olduğunu ve bir bütün olarak İslam’ın karşısında duramayacağını, zamanla söneceğini söyleyebiliriz.