Siyasette şeffaflık
Hemen herkesin “kulis bilgisi” ya da “güvenilir kaynaklar” diyerek duyurduğu Abdullah Gül`ün “çatı aday” yapılması hikayesi de başlamadan sona erdi. Gül`ün “Geniş mutabakat oluşmadı, aday değilim” açıklaması sonrası iktidar kesiminde zafer şarkıları duyuldu, muhalefette ise bir sessizlik ve hayal kırıklığına neden oldu.
Kimileri çatı projesinin başarıya ulaşmamasını Akşener`in inadına, kimileri Gül`ün cesaretsizliğine, kimileri de HDP`nin açık biçimde işin içine alınmamasına bağladı. Bu arada CHP`deki yüksek sesle dillendirilen “Yeni bir Ekmeleddin faciası istemiyoruz” itirazını da görmek gerekir.
Cumartesi açıklama yaparak “aday olmadığını” belirten Gül`ün sözlerine en ilginç yorum ise Kemal Kılıçdaroğlu`ndan geldi.
Kılıçdaroğlu, Gül`ün “Aday değilim” açıklamasını değil de diğer ayrıntıları öne çıkarıyor: “Bu ülkeye hizmet etmiş cumhurbaşkanlığı yapmış birisinin kuvvetler ayrılığı ilkesine, liyakate, adalete, şeffaflığa vurgu yapması son derece önemli.”
Kuvvetler ayrılığı, liyakat, adalet, şeffaflık…
İyi de hangi siyasi hareket kendini ve hedeflerini tanıtırken bu kavramları öne çıkarmıyor ki?..
Ama yine biliyoruz ki, siyasi partiler büyük oranda pragmatizmi benimsemişlerdir. Bu da parti hesabından daha çok kişisel hedeflerin öne çıkması şeklinde kendini gösteriyor.
Liyakat için de benzer şeyler söyleyebiliriz.
AK Parti`nin aday gösterdiği kişiler için liyakatten daha çok teşkilatta güçlü olma ve lobiciliğin etken olduğunu bilmeyen var mı? Peki ya CHP`nin sağ ve merkezden gösterdiği adaylar hangi liyakat ölçülerine göre belirleniyor? HDP`nin marjinal solu meclise taşımada etken olan şeyin liyakat olduğunu kim söyleyebilir?
Bir de “şeffaflık” meselesi var ki evlere şenlik.
Türkiye`de siyasi ittifakların bile “şeffaflık” ilkesine göre yürütülmediğini herkes bilir.
Şu anda Türkiye`de mevcut durumda bile iki farklı yönetimin bulunduğu, gayri resmi koalisyon ortağı olan MHP`nin bürokraside çok etkin olduğu ortada iken, hükümet açısından şeffaflıktan söz edilmesi komik olmaz mı?
Bu nasıl şeffaf bir yönetimdir ki, ülkenin halen başbakanı olan kişi “Bedelli askerliğe müsbet baktığını” ifade edecek; ama hemen ardından hükümet sözcüsü çıkıp bunun “Başbakanın kişisel görüşü” olduğunu söyleyecek! Biz de “her şey ne kadar da şeffaf işliyor, herkes demokratik konuşma hakkını kullanıyor” diyeceğiz öyle mi?
Abdullah Gül`ün çatı aday olması için yapılan görüşmelerin büyük kısmı gizlilik içinde yürütüldü. Şeffaflıktan söz eden gerek Gül, gerekse de Gül`ün sözlerini önemli bulan Kılıçdaroğlu, buna ne kadar riayet etti.
İbrahim Kalın ve Hulusi Akar`ın Abdullah Gül`ü ziyareti tam bir şeffaflıkta cereyan etti, öyle değil mi?
Hepsi bir yana CHP`den İyi Parti`ye transfer edilen 15 vekil meselesi ne olacak?
Diyebilirsiniz ki, bu hamle Erdoğan-Bahçeli ittifakının kapalı kapılar ardında yürüttüğü ve bir anda kamuoyuyla paylaştığı “baskın seçim”e karşı yapıldı. Doğru olabilir; ama zaten siz “şeffaf değil” diye hükümeti eleştirmiyor muydunuz?
Bir de “vekil transferinin” yapıldığı yerin şeffaflığı…
İddialara göre buna Tayyibe Gülek`in evinde karar verildi, ya da Gülek`in getirdiği bilgiler ışığında bu konuda uzlaşıldı.
Tayyibe Gülek ismi son derece önemli!
Eski diplomat ve politikacı Kasım Gülek`in kızı olan bu kadın bir dönem DSP`de milletvekilliği de yaptı.
Kasım Gülek ve Fetullah Gülen arasında sıkı ilişkilerin olduğu ve Fetullah Gülen`in Kasım Gülek üzerinden “dış bağlantılar kurduğu” iddiası sürekli dile getiriliyor.
Ne CHP`den ne de İyi Parti`den konunun Gülek ile olan bağlantısına yönelik iddialar konusunda da herhangi bir yalanlama olmadı.
Şimdi şöyle bir soru sorabilir miyiz?
Baskın seçim, çatı aday, Gülen, Gülek ve vekil transferi…
Bunlardan hangisi şeffaf?