• DOLAR 32.34
  • EURO 34.879
  • ALTIN 2393.529
  • ...
Elektrikler kesildiğinde yahut karanlıkta bir şeyler aradığımızda gözümüz tek bir yardımcıyı arar; el feneri... El fenerinin tek özelliği karanlıktaki çıkmazın son bulmasını sağlamak ve karanlığı yaşanabilir bir aydınlığa kavuşturmaktır.
İmanla şu şekilde irtibat kuracağım ki; birçok Müslüman kelime-i tevhide, yani imana bu muameleyi yapıyorlar. Bunu destekleyen birçok ayet-i kerime vardır... Başımız sıkışığında devreye giren iman sonra rafa kaldırılır. Tıpkı elektrikler geldiğinde el fenerinin rafa kaldırılması gibi...

Elbette ki sıkıntılı zamanlarımızı, muhtaçlığımızı gidermenin, yani karanlıkları aydınlatmanın yegâne yolu imani kuvvetlerdir. İmani kuvvetlerle karanlığı aydınlatabiliriz ama aydınlığı da “nur” eyleriz. Çünkü ziyasını Rabbin cömertçe verişinden dolayı emniyetlidir. İman ziyadır. Ziya ise nurun, ışığın kaynağıdır...

Nur ziya`nın yansımasıdır. “Güneşi ziya ayı nur” (Yunus 5) kılan Rabbimiz; imanı ziya, aydınlattığı ve yansıdığı yerleri, kalpleri, bedenleri de nur eylemiştir.

O halde aydınlığa yansıyan her imani kuvvet orayı nur eyler...
Ve tabiidir ki çıkmaz yolda Rabbimizden yardım isteriz. Fakat öyle bir hal almıştır ki durum, gayri meşru isteklerimizi bile dualarımıza alabiliyor; “nasıl çıkacağım bu işin içinden” karamsarlığını aydınlatacak yegâne mercii`nin katına –ne olursa olsun- el açıyoruz... Karanlığın dozu ne olursa olsun, imanımızı devreye sokabiliyoruz. Peki ya aydınlıkta? Ya ferahta? Ya rahatlıkta?

Aydınlıkta imanı devreye koymak; aydınlık için şükretmek ve aydınlığın hikmetini düşünmekle olur. İyi isen imani dürtülere ihtiyacın yok mu? Şükür ne zaman yapılır ki?

Peygamber efendimiz, bir kimseye “Nasılsın?” buyurdu.
O kimse, “İyiyim.” dedi.

Üçüncü defa sorunca o kimse “Elhamdülillah iyiyim.” dedi.

Peygamber Efendimiz, “İşte senden bu cevabı bekliyordum. Bunun için soruyu tekrarladım.” buyurdu. (Taberânî)
Allah şükredenleri sever. Kendisinden çaresiz ve bitap bir biçimde yalvarıp münacatta bulunulmasını istediği gibi, kullarına sınırsız hazinesinden ihsan ettiği aydınlıklara da şükretmesini ister. Zira şükürsüzlük nankörlüğün ve vefasızlığın alametidir.
Öyle bir imana sahip olmalıyız ki; iyi-kötü, hastalık-sağlık, dertli-mutlu, fakir-zengin... Yani her ân, mekân, nizam ve zamanda bu imanın dürtüleri, sesleri devreye girsin. Aksi halde bir yani pasif kalan iman, zamanla sönmeye yüz tutacak ve karanlıkları aydınlatmaya da yetmeyecektir.

Yolda yürürken, bir arkadaşımızla karşılaşırken, güzel bir tabiat güzelliğiyle karşılaşırken, güneşle bakışırken, kendinden kaçarken, yalnızlığa sarılırken, ihanetle yaralanırken, hasretle tutuşurken, sevinçten ölürken... devreye giren iman!
Ya da...

Zindana yürürken, hicrete zorlanırken, “ne giysem?” diye düşünürken, maaşını almaya giderken, ezanın sesini işitirken, televizyon açıkken ve kalpler kapalıyken, sözlerine kulaklar sağırken, ailenle mutlu bir akşamdayken... devreye giren iman!
İman sadece karanlıkta kaldığında “acaba hangi çekmecedeydi?” diye aradığın, öncesinde bir kenara attığın sonra tekrar atacağın bir el feneri değildir!

İman öyle bir ziyadır ki, karanlığı aydınlık, aydınlığı nur eyler...
 
Tabi ki kullanmasını ve muhafaza etmesini bilene...
Hiçbir emanetin ziyan olmadığı Rabbe emanet olun. Vesselam we dua...
 
 
 

Diğer Köşe Yazarları