• DOLAR 34.517
  • EURO 36.377
  • ALTIN 2874.832
  • ...

Filistinli Müslümanların yaşadıkları şiddet ve soykırım 76 yıldır sürmekte ve giderek artmaktadır. Orta Doğu’da terör devleti İsrail'in eliyle sürdürülen savaşın bir vekâlet savaş olduğunu Mısır'daki sağır sultan bile duymuştur. Bu savaş, Orta Doğu’da dengeleri ve ülkelerin sınırlarını değiştirmeyi önceleyen bir savaştır. HAMAS, HİZBULLAH ve İSLAMİ CİHAD aslında İsrail'le değil, ABD'yle savaşıyor. İsrail, ABD ve batılı devletlerin desteği olmadan bir ay dahi ayakta kalamayacak kadar zayıf bir devlettir. 

   İsrail’in işlediği cürümlerden ders çıkarmış olsaydık tarih tekerrür etmez; 1982’de işgal edilen Lübnan 42 yıl aradan sonra bir daha bombalanmaz ve Gazze harap olmazdı. Lübnan’ın Sabra ve Şatilla köylerinde 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail tarafından yapılan katliamları duymuşsunuzdur. 1980 yılların başında İsrail’in Lübnan’ı işgali sırasında İsrail ordusu, Albay Hadad’ın milisleri ve Hristiyan Falanjistlerle iş birliği içerisindeydi. O dönemin Savunma bakanı -ateşi bol olsun- Ariel Şaron da iyi biliyordu. İsrail Savunma bakanı sıfatıyla Şaron, Falanjistler ve Hadad milislerine, Sabra ve Şatilla’daki mülteci kamplarında yaşamlarını sürdüren Filistinlilere katliam iznini verdi.

   İsrail birlikleri köyleri abluka altına alarak, köylerden kimsenin dışarı çıkmasına izin vermedi. Bunu, Hristiyan Falanjistler ve Hadad’ın milislerini taşıyan araçların gelmesi izledi. Terör devleti İsrail birliklerinin kontrolü altında, üç gün süren katliam sonucunda çoğunluğunu kadın ve masum çocukların oluşturduğu 2000 Filistinli dünyanın gözü önünde şehid edildi. Katiller, kurbanlarını doğrudan toplu mezarlara gömdükleri için, şehitlerin sayısı net olarak saptanamadı. Katliamın gerçekleştirildiği dönemde Lübnan’da bulunan Fransız yazar Jean Genet, mazlum Sabra ve Şatilla kamplarının ilk görgü tanıklarındandı:

   "Kimi yerlerde sokaklar yığılmış çocuk cesetleriyle tıkanmıştı. Sokaklar o kadar dar ve cesetler o kadar çoktu ki. Duyulan kokuya muhtemelen yaşlı insanlar aşinadır. Beni rahatsız etmedi. Kurbanların başlarının üzerine örtülmüş mendil ya Arap gazetelerini kaldırdığımda sinekler havalanıyor, elimin hareketinden dolayı hırslanıp, gelip elimin üstüne konarak oradan beslenmeye çalışıyorlardı. Gördüğüm ilk ceset, 50-60 yaşlarında yaşlı bir adama aitti. Kafatasını ortadan ikiye ayıran olmasaydı(bana balta darbesi gibi geldi) gür beyaz saçları ortaya çıkardı. Kapkara kesilmiş beyninin bir parçası, koyu bir kan gölü içerisinde yatıyordu. Yerde boydan boya yere yığılmış ölü adamın ayak ve bacakları çıplak, kara, mor ve  mavi renge dönmüştü; belki gecenin bir yarısı ya tan ağarırken gafil avlanmıştı.”

    Sabra ve Şatilla katliamlarının uluslararası boyutlarda yankıları büyük tepkiye yol açtı. Ancak, vicdanları cüzdanlarına sıkışmış satılık kalemşörler, algı yöneticiliğinde bulunup Yahudilerin işlediği cürümlerini örtbas etmeye çalışmışlardı. İsrail’in şiddete doymak bilmeyen katil yöneticileri, özgür dünya halklarının aklıyla alay edercesine, güya, Yahudi olmayanlar, Yahudi olmayanları kıyımdan geçmişti; bunun İsrail’le bir ilgisi yoktu(!) Nitekim Menahem Begin: “Yahudi olmayanlar Yahudi olmayanı öldürüyor ve suç Yahudilere atılıyor” diyordu.

   Şaron ve Begin’in es geçtiği nokta, Falanjist ve Hadad isimli iki terör örgütünün Lübnan’da savaş esnasında İsrail’in emir ve komutası altında olmasıydı. Üstelik Yahudi birlikleri, katliam sırasında ‘gözcülük’ vazifesini üstlendiklerinden kampta onlardan habersiz kuş uçmazdı. Kaldı ki, Yahudi devletinin askeri liderlerinin, kirli işlerini Falanjist ve Hadad’ın adamlarına devrederek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlardı. Hiçbir yaptırım uygulanmadı. Şaron, Sabra ve Şatilla’da görevi kötüye kullandığı gerekçesiyle sadece savunma bakanlığından istifa etmek zorunda bırakıldı. 1986 yılında Netanyahu başbakan olduğunda, katil terörist sorunsuz bir şekilde kabinedeki yerini alacaktı. Bununla kalmayarak 2000 yılında Yahudi devletinin yeni başbakanı sıfatıyla koltuğa oturacaktı.