• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

ABD’nin Beni İsraillilerin Mısır’dan kaçışıyla kendisini özdeşleştiren ilginç ve çarpıcı bir öyküleri vardır: Tıpkı İsrail oğullarında olduğu gibi, baskıcı bir hükümranlıktan kaçan ve kendisine yeni bir başlangıç arayan sürgündeki güçsüz bir halkın mitolojisindeki kurgular, Amerikan yerlisi olmayan Püritenlere uyarlanarak dramatize edilmiştir.

Çok eski çağlarda, Sina Dağı’nda bir Ahit vahyedilmişti: Bu Ahit gereği Tanrı Yahova, sürgündeki Yahudilere “en seçilmiş (üstün)millet” olma statüsünü vermişti. Artık Yahudiler, Vaad Edilmiş Topraklarla birlikte Tanrı’nın seçilmiş halkı ve kutsal toprakları olmuştu(!) Böylece Yahudiler, diğer halklara kılavuzluk etmek üzere çok önemli bir rol üstlenmişlerdi.

Asırlardan beri seçilmiş olan ve tek bir kitabı, yani Kitab-ı Mukaddes’i okuyan bu halk, yani püritenler de (ABD’nin kurucu babaları)kendilerini Yahova tarafından olmasa bile en azından onun halefi sayılan Hristiyan Tanrısı tarafından “seçilmiş bir halk” olarak görüyordu. Mitolojide sözü edilen Püritenler, İngiliz kilisesi ile anlaşamadıklarından Amerika'ya ilk göç hareketinde yer alan ve Amerika'da New England yerleşim yerini kuranlara verilen isimdir. 

Öyleyse bu toprak niçin “Vaad Edilmiş Toprak” olmasın ve kendileri de Allah’ın seçilmiş kulu olduklarına göre, neden diğer halklara ışık ve kılavuz olmasınlar ki? Ne var ki bu “Vaad Edilmiş Toprak” ıssız değildi! Kafalarındaki temel düşünce şuydu: Allah seçilmiş halka yardım eder ve bu halkın başarısı, onların sadece Allah nazarında değil, aynı zamanda bu başarıları elde etmek için kullanılacak vasıtaların da meşru olduğunu gösterir.

Nasıl Kitab-ı Mukaddes daha önce İsraillilere Filistinlerle ilişkilerinde kendilerine yol göstericilik etmişse, aynı Kitab-ı Mukaddes bu püritenlere de/o ilk Amerikalılara da yerli halkla ilişkilerinde öylesi bir kılavuzlukta bulunmaktadır. Nitekim daha sonraki aşamasında da İslam’a karşı kendiliğinden böylesi bir cephe oluşacaktır.

Seçilmiş halk olduklarına olan inanç, bu inanların içine öylesine işlemiştir ki, ABD’nin diğer hiçbir millettin olamayacağı kadar Allah’a en yakın millet olduğu, doların üzerinde yer alan, “Biz Allah’a güveniriz” sloganıyla açıkça dile getirilir. Öyle ya… Allah’a en yakın olan bu ülke, tabii ki Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Nitekim bu temsilciliğin üç önemli özelliği vardır: Her şeyi bilme, her şeye gücü yetme ve yardımseverlik.

Neticede, Pentagon ve CIA’nın yönetimi altında bir kültürel iktidar, bir ekonomik iktidar ve bir askeri iktidar icraatta bulunur.  O yüzden de “Şer İmparatorluğu” ülkesi taş devrine dönünceye kadar bombalanmayı hak eder ve bu bir ödevdir.

Hangi din, Yahudi-Hristiyan inancından daha yüce olabilir ki? Hangi ideoloji, kapitalist biçimindeki muhafazakâr liberalizmden daha üstün olabilir ki?  Uluslarüstü hiçbir kurum, ABD’nin daha üstünde olamaz. Bu durum Birleşmiş Milletler için de geçerlidir. ABD, Milletler sıralamasında en tepede yer alır. Etrafı ise dünyanın merkezini oluşturan devletlerle, yani şu üç temel özellikten en az ikisini yerine getiren müttefiklerle çevrilidir:

 1) Serbest pazar ekonomisi

2) Yahudi-Hristiyan Tanrı’sına iman

3) Hür seçimler

İyi ile kötünün arasında yer alan bu dünyanın öteki kutbunda Şer İmparatorluğu, yani Amerikan tipi demokrasisi olmayan ülkeler bulunur. ABD’nin Allah ile bir ahdi/antlaşması bulunmaktadır. Diğer milletlerin ise ancak ABD ile çevreden merkeze, Batılı milletlerden ABD’ye ve Amerika Birleşik Devletleri’nden Allah’a itaat şeklindeki ilişkilerle belirlenmiş bir anlamaları vardır.

ABD’nin dünya siyasetinin gizli amentüsü işte budur. Rahmetli İmam Humeyni harami ve haydut devlete tam da bunun için Şeytan-i Bozorg, yani büyük şeytan demiştir.