Hak nedir?
Hak kelimesi sözlükte "gerçek, sabit, varlığı kesin olan şey, sahip olunan yetki; doğru olmak, bir şeyi gerçekleştirmek, kesin bilmek" anlamlarının yanında, "Fiilen var olan; doğru olan, hukuk düzeninin tanıdığı yetki" anlamlarını da havidir. "Hak" kelimesi, terim olarak üç farklı anlamda kullanılır:
1.) Varlık bakımından hak, bir şeyin insanın kanaat ve düşüncelerinden bağımsız olarak hariçte, yani insan zihninin dışında var olmasıdır; karşıtı ise batıl veya ademdir (yokluk). Allah(cc.) haktır, O'na ortak koşulan sahte ilahların tümü batıldır. Allah'ın güzel isimlerinden biridir Hak... Hak ile aynı kökenden türeyen "hakikat"- çoğulu hakaik- terimi, bir şeyin mahiyeti, kendine özgü varlığı, o şeyi kendisi yapan özü olarak tanımlanır.
2.) İnsanın varlığa dair inanç, bilgi, kanaat ve yargıları da -gerçeğe uygun olmak şartıyla- hak olarak nitelenir. Aynı zamanda "mutabık" gerçeğe uygun olan hüküm anlamına da gelir.
3.) Hak kavramı, değerler düzlemi bağlamında ele alındığında(çoğulu hukuk), İslam hukuk düzenin tanıdığı yetki, güç ve imtiyazlar anlamına gelir. Hak kelimesi, "doğru ve iyi olan hüküm ve davranış; adalete uygun olarak verilen yargı kararı "anlamında da kullanılmaktadır.
Kur’an'ın 247 yerinde "hak" kelimesi geçmektedir. Birçok ayette; "varlığı kesin olan, mutlak gerçek, hikmete uygun olarak icat eden" anlamlarından dolayı Allah'ın bir ismi veya sıfatı olarak da geçmektedir. Hz. Peygamber(s.a.v) bir münacaatında geçen, "Allah'ım! Sen Haksın, senin vaadin haktır, sana kavuşmak haktır, senin sözün haktır, cennet haktır, cehennem haktır, peygamberler haktır. Muhammed haktır, kıyamet haktır." Cümlelerindeki hak, "varlığı kati olan, kuşkuya yer bırakmayacak kesinlikte gerçek ve sabit olan" olan şeklinde açıklanmıştır. Hak kavramı, ayrıca, "korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi veya manevi imkân, pay, eşya ve menfaatler; görev, sorumluluk, borç" gibi anlamlarda kullanılmıştır.
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu; hiç şüphesiz batıl yok olucudur. (İsra:81)
Bu ilânın yapıldığı sırada müminler çektikleri işkencenin en doruk noktasında idiler. Müminlerin büyük bir kısmı Habeşistan'a hicret etmişti, geride kalanlar ise Mekke'de ve çevre bölgelerde çok ağır işkence ve zorluklar çekiyorlardı. O denli ki, Hz. Peygamber'in (s.a.v)'in hayatı bile her an tehlike içindeydi. Zahirdeki alâmetler bâtılın yayıldığını gösteriyorsa da hakkın bâtıla üstün geldiğini gösteren hiçbir delil yok gibiydi.
Bu ayet nazil olduğunda kâfirler bununla alay ettiler. Fakat bu zafer müjdesi, bir dokuz yıl sonra, Hz. Peygamber, Mekke'ye bir fatih olarak girdiğinde ve Kâbe'ye girip üç yüz altmış putu kırarak aynı ilânı yaptığında gerçekleşti. Abdullah İbn Mesud'dan rivayet edilen bir hadise göre: "Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'nin fetih gününde putları kırarken şöyle diyordu: Hak geldi bâtıl zail oldu, zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur. Hak geldi ve bâtıl hiçbir zaman gelmeyecek, ortaya çıkmayacak." (Buhari)
Kur'an'ı rehber edinen ve hüküm kitabı olarak kabul eden kimseler Allah'ın rahmetine mazhar olmakla birlikte her tür zihnî, psikolojik, ahlâkî ve kültürel hastalıklardan şifa bulurlar. Diğer taraftan Kur'an'ın hükümlerini reddeden ve tatbikine engel olan, onun hidayetine sırtını dönen kimseler, kendilerine adaletsizce davranmaktadırlar. Şu hâlde, hidayeti kabul etmeye müsait fıtratları dejenere olmuş asilerin, sırf nurla ıslah ve iflah olma gibi bir durumu söz konusu değildir.
Kur'an, onların kendisinin indirilmesinden veya bilgisinin onlara ulaşmasından önceki kötü durumda kalmalarına izin vermez, onları öncekinden daha büyük bir kayba sokar. Çünkü Kur'an indirilmeden veya onlara ulaşmadan önce onlar sadece cehaletten çekiyorlardı. Fakat Kur'an onlara gelip Hakla bâtılı birbirinden ayırdıktan sonra artık onların önceki cehalet konumlarında kalmalarını gerektiren hiçbir özürleri kalmamıştır.
Buna rağmen eğer onlar Kur'an'ın hidayetini inkâr eder ve sapıklıkta ısrar ederlerse, bu onların cahil değil, Hakkın zıddı olan zulmün uygulayıcıları ve bâtılın yardımcıları olduklarını gösterir. Onların durumu, önüne zehir ve iksir konulan, fakat zehri seçen kimsenin durumu gibidir. Onlar, hür iradeleriyle değil, ipotek altına alınmış iradeleriyle batılı tercih edip yuvarlandıkları esfel çukurlarda işlenen sapıklıklardan dolayı sadece kendileri sorumludurlar ve işledikleri tüm günahların ceremesini çekeceklerdir. Sonuçta isyanın kaybının cehaletin kaybından daha büyük olacağı muhakkaktır.
- yüzyılda bireyleri istila eden, onlara herhangi bir direnme imkânını neredeyse bırakmayan kitle iletişim araçları ve sosyal medya, bu süreçte en etkin rolünü oynamaktadır. Batı siyaset tarihinden esinlenmiş egemen güçlerin, sırf iktidara gelmek için tüm araçların ve metotların mübahlaştırıldığı bir dünyada hak üzre kalıp hakkı müdafaa etmenin ne denli zor bir iş olduğunu varın siz hesaplayın.
Hidayet kaynağı Kur'an'dır. Hz. Peygamber (s.a.v) bunu şu kısa ve anlamlı cümlede ifade etmiştir: "Kur'an ya sizin aleyhinize ya da lehinize bir delildir."