Kur’an'ın bize öğrettikleri
Kur’an bize biz olmayı ve bize benzeyenlerin yanında durmayı öğretti. Küfre karşı Medineli, medeni olmayı ve Allah Resulu’nün safında durmayı, O’nun izinde yürümeyi ve sünnetine ittiba etmeyi emretmiş. Kur’an bize, Kur’an’ın asıl, Peygamber(as.)in sünnetinin de usul olduğunu öğretti. Kur’an, bize Kur’an’ın kaynak, Sünnetin ırmak olduğunu öğretti. Kur’an, Kur’an’la Peygamberin ayrılmaz ikili olduğunu bize öğretti. Kur’an’ın anlaşılması için Peygamberin, Peygamberin anlaşılması için de Kur’an’ın bilinmesi gerektiğini bize öğretti. Bu bağlamda, Allah’ın rızasını kazanmanın yolunun O’nun Resulü(a. s)’ne tabi olmaktan geçtiğini, O’na tabi olmadan rabbimizin rızasını kazanamayacağımızı öğretti. Bize Allah yolunda gücümüzü birleştirmeyi, saflarımızı sıklaştırmayı, cemaat olmayı, Kur’an’a uzanan elleri hep birlikte kırmayı öğretti.
Tarihte Müslümanların devletsiz kaldığı zaman dilimleri olsa da davanın ilk gününden itibaren İslami bir toplum veya Müslüman bir cemaatin kurulmuş olduğunu, bu topluluğun kendisine özgü, sözlerine itaat edilen Hz. Peygamber(s. a. v) gibi güçlü bir liderliğinin olduğu yadsınamaz bir hakikattir. Kurulan cemaatin bireyleri arasında sosyal bağlar bulunuyordu. Yapısı da diğer tüm topluluklardan farklı idi. Aynı zamanda bu topluluk içinde yaşayan her insanın, kalbine ve vicdanına dayanan kendisine özgü prensipleri, gelenek ve görenekleri vardı. Evet, bunların hepsi Medine’de İslam Devleti kurulmadan önce gerçekleşmişti. Hatta bu Cemaatin kurulması, Medine İslam Devletinin kurulmasına yol açan en önemli sebepti.
Kur’an bize rabbimizin arzuladığı şekilde iman etmeyi, teslim olmayı, Müslümanca kalmayı ve Müslümanca can vermeyi öğretti. Kararlı olmayı, istikamet üzere bulunmayı öğretti. Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmayı, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmayı, dost kalmayı, vefalı olmayı; ihtilaf ve ayrılığa düşmemeyi, Müslümanlarla kavga etmemeyi öğretti. “Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff ,4) Ayetiyle de cihat ruhuna sahip olmamızı öğretti.
Müminlere ölçülü davranmayı ve mutedil olmayı öğretti. Mümin topluluğa, aşırılıklardan kaçınıp vasat bir çizgide mücadele edip hakta sebat etmeyi öğretti. “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (Maide,32) ayetini nazil buyurarak; Müslümanlara, savaşırken dahi aşırılıklardan kaçınmayı öğretti. Kur’an, bize adil olmayı, adil şahitler olmayı, adaletli davranmayı, yakın akrabaya ihsanda bulunmayı, zina, faiz gibi ahlaksızlıklardan sakınmayı ve İslam Devletine karşı başkaldırarak bağiy olmamayı emretti.
Kur’an, bize toplumsal hadiseleri irdelerken parçacı değil; bütüncül düşünmeyi, ufku geniş, kucaklayıcı ve kuşatıcı devrimci bir Müslüman gibi düşünmeyi öğretti. Kur’an bize, bir olaya, eşyaya ve hakikate nazar ederken ümmetçi bir bakış açısına sahip olmayı yeğledi. Kur’an, Müslümanlara şüpheli şeylerden sakınmayı, gözlerini haramdan sakınmayı, dilini korumayı; faydasız, çirkin, kötü söz ve deyimleri kullanmaktan, gıybet etmekten ve koğuculuktan dilini korumayı, Müslümanlara karşı mütevazı ve şefkatli davranmayı, rızkına kanaat etmeyi, şükretmeyi, vakar ve sabır sahibi olmayı öğretti.
Kur’an, İslam’a davet yolunun etrafının güçlüklerle kuşatıldığını hatırlatmıştır. Eziyet ve şiddet, töhmet edilmek, kabahati yüze vurulmak, maskara edilmek gibi kötü cezalar, İslam davası için çalışanların azmini kimi zaman kırmaktadır. Kur’an, davetçi misyonunu yüklenen kardeşlerimize, bu davayı karakter ve mizaçları farklı bütün insanlara götürmesi gerektiğini; davetçilere, insanlarla akli seviyelerine göre muhatap olmak gerektiğini söylemiştir. Davayı cahil, bilgin, akıllı, duygusal, yumuşak tabiatlı, kalbi taşlaşmış, yumuşak huylu, sakin ve tepki gösterenleri ayırt etmeksizin, bütün insanlara tebliğ etmek gerekir. Kur’an, Allah yolunda insanların ezalarına tahammül göstermek şartıyla kitlelerin gönüllerin fethedilebileceğimizi ayetleriyle beyan etmiştir. Kaldı ki gönülleri fethedecek kudret ne kılıçta ne de maddiyattadır. Asıl olan ülkeleri değil, gönülleri fethetmektir.
Kur’an bize yalan konuşmamayı, hakka davet yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan -kendi aleyhine bile olsa- Allah rızası için doğru olanı söylemeyi emreder. İslam, yalancılığı, şeytani batakhanelerin giriş kapısı olarak görmüştür. Davetçi bir Müslüman’ın Kur’an eczanesinden aldığı ilaçlarla bağışıklık sistemini güçlendireceğini, nefsini şeytanın fısıldamaları ve tehlikelerinden koruyacağını bize öğreten yine Kur’an’dır. Bu meyanda Lübnanlı düşünür ve hareket adamı Prof. Fethi YEKEN, “Ruh; berrak, temiz ve yüce kalır ancak, yalancılık ruhu ezer ve insanın şahsiyetini küçültür. Bundan dolayı İslam, yalancılığı yasaklamakla kalmamış, onu en kötü felaketlerden saymıştır” der.
Hz. Peygamber(s. a. v) bu meseleyle alakalı ferman buyurmuşlardır: “Doğru sözlülük iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sadıklar derecesine çıkar. Yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihayet Allah katında yalancılar defterine yazılır.”