• DOLAR 34.614
  • EURO 36.352
  • ALTIN 2972.567
  • ...

Bugünkü köşe yazımı bir öyküyle sürdürmek istiyorum. Öykü şöyledir: Bir zamanlar servetiyle meşhur bir hükümdar yaşardı. Hazinesinde saymakla bitmeyecek kadar ziynet eşyası ve değerli taşlar vardı. Bu hükümdar bir gün gemisine binip birçok ülkeyi gezmeye karar verdi. Denize açılalı birkaç gün olmuştu ki korkunç bir fırtına gemiyi içine aldı ve onu bir ceviz kabuğu gibi sallamaya başladı. Kükreyen rüzgâr, geminin üzerinde şaklayan dalgalar, bardaktan boşanır gibi yağan yağmur birleşince, herkes geminin batabileceğinden korkuyordu. O esnada, hükümdar güverteye çıkıp yüksek sesle dua etmeye başladı: "Allah'ım! Bizi bu halden kurtarırsan gördüğüm ilk şeyi tartıp onun ağırlığınca altını fakirlere sadaka vereceğim." dedi.

Dualara icabet eden Âlemlerin Rabbinin dilemesiyle fırtına diniverdi. Dönüş yolculuğunda hiçbir fırtınayla karşılaşmadılar ve bir iki gün içinde ülkelerinin sahiline ulaşmışlardı bile. İnsanoğlu rabbine verdiği ahde sadık durmalıdır. Nitekim hükümdar da fırtına sırasında Allah(cc.)'a verdiği sözü unutmamıştı. Karaya adım atan ilk kişi o oldu. Kendilerini ülkelerine sağ salim ulaştırdığı için Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra sahilde kum tanelerinden daha ağır bir şey aramaya başladı. Derken, ayağı kumların içinde sert bir şeye çarptı. Kumları eşeleyince bu şeyin yuvarlak, çukur şeklinde, çanağa benzeyen bir nesne olduğunu gördü. 

Bu şey pek ağır değildi, ama yine de ilk onu görmüştü. Hükümdar bu şeyi sarayına taşıdı ve hemen bir teraziyle bir kese altın getirilmesini ferman buyurdu. Getirilen altın kesesinin çanağa benzeyen bu şeyden çok daha ağır olduğu kesindi. Çanağa benzeyen nesneyi terazinin bir kefesine, altın kesesini de diğerine koydu. Hükümdar, ilk başta ağırlıkları eşitlemek için keseden bir miktar altın almak gerekeceğini bile düşünüyordu. Fakat onun düşündüğünün tam tersi oldu. Çanağın bulunduğu kefe yukarıdaydı. Çok şaşırmıştı. Bu şeyi teraziden alıp bir elinde tuttu, diğer eline de altın kesesini aldı. Kese çok daha ağır geliyordu. Ama terazide o nesne nedense daha ağır görünüyordu. Hükümdar daha fazla altın kesesi getirilmesini emretti. Getirilen keseler teker teker altın kefesine konuldu, sonunda kefede yer kalmadı. O şey hâlâ ağır geliyordu.

Hükümdar hırslı biri değildi. Ne kadar altın gerekirse gereksin verdiği sözü tutmak istiyordu. Daha büyük terazilerin getirilmesini emretti. Ama sonuç yine aynıydı. Ne kadar altın konulursa konulsun, çanağa benzeyen şey daha ağır geliyordu. Hayal kırıklığına uğrayan hükümdar, bilge adamlarına danıştıysa da kimse bu olayın esrarın, sırrını çözemedi. Topluluktan birisi, insanlardan uzakta münzevi bir hayat yaşayan ve derin bir ilme sahip, bilgili bir adamdan bahsetti. Sorularına cevap bulmaya kararlı olan hükümdar, bizzat atına binerek münzevi adamın kaldığı dağlara yol aldı. Yanına o çok ağır şeyi de aldı. Uzun süre aradıktan sonra münzeviyi buldu. Adam o sırada huşuyla ibadet ediyordu. 

Hükümdar bir köşede usulca ve saygıyla bekledi, münzevinin ibadeti bitince, ona olan biteni anlattı. Adam nesneyi inceledi ve şöyle dedi: "Yüz kemikleri kırılmış bir insan kafatası bu." Peki, sihirli mi bu kafatası? diye sordu hükümdar. "Neden bunca altından daha ağır geliyor bu kafatası?"

"Sihirli değil" diye cevapladı münzevi adam. "İnsanın kafasında o kadar çok hırs vardır ki, dünyanın bütün altınları bir araya gelse onu yine doyurmaz" dedi.

"Peki, ben sözümü nasıl tutabilirim? diye sordu hükümdar. Bilge münzevi "Hırs, toprağa gömülmeden insanın kafatasını terk etmez. O zaman kafatası boşalır. Bunun için onu sarayınıza biraz toprakla birlikte götürün. Kafatasını teraziye koyun ve biraz toprakla sağını-solunu örtün. Ondan sonra da altınları öbür kefeye koyun." dedi.

Nitekim hükümdar bilgelik göğünün güneşi değerindeki münzeviye teşekkür etti ve onun için bir mabed yapmak istediğini söyledi. Bilge adam, dört bir yandaki dağları ve üzerlerindeki gökyüzünü göstererek şöyle dedi: "Benim mabedim işte burası, bundan daha muhteşemini yapabilir misiniz? Hükümdar tevazu ile "Hayır!" cevabını verdi. Bilge adama tekrar teşekkür ederek sarayına döndü. Bilge adamın kendisine anlattığı gibi yaptı ve bu defa sadece birkaç altın bu şeyin ağırlığına ulaşmaya yetti de arttı bile.

Hülasa, insandaki istek ve eğilimlerin yerine göre tutkuya dönüşmesi mümkündür. Makam, para ve mal hırsı gibi tutkulardan hali olmayan bir kafa boş kafadır ve mizanda da hafif kalır vesselam!