• DOLAR 34.615
  • EURO 36.353
  • ALTIN 2972.924
  • ...

İslam siyaset düşüncesinde yönetim amaç değildir. Devleti yönetenler, her şeyden önce toplumun güvenliğini ve temel ihtiyaçlarını karşılamakla mükelleftirler. Ancak hedef salt bunlardan ibaret değildir. Sorunların çözümü noktasında devletin dinin İslam olması da bir şeyi değiştirmez. Kaldı ki din amaç değil, araçtır. Amaç insanın dünya ve bu dünya ötesi hayatını tanzim edip bir kul gibi yaşamasını sağlamaktır. Ortak yaşamda ortaya çıkabilecek çekişme ve çatışmaları adalet temelinde çözmek gerekir. Bunun için rahmetli Mehmet Yavuz; 'Devletin dini İslam değil, adalet olmalıdır,' diyordu.    

Mehmet Yavuz, Hür Dava Partisinin 3'üncü Büyük Kongresinde yaptığı konuşmada; "Herkes için her konuda şartsız ve pazarlıksız adalet istiyoruz.  Allah'ım! Bize öyle bir duruş ver ki, hiçbir düşmanımız kendisine haksızlık yapacağımız gibi bir kaygıya kapılmasın. Ve yine bize öyle bir duruş ver ki, hiçbir dostumuz kendisine iltimas geçeceğimiz gibi bir ümide kapılmasın"  diyordu. Yavuz hocanın bu muazzam tespiti camiamız dışında da birçok insanın olumlu tepkisini almıştı. Demek ki yönetim ve idare makamında bulunanlar, faziletli bir toplumun oluşması için gerekli tedbirleri almanın yanında iyilik ve fazilet yolunu öğrenmede ve yaşamada insanların önlerine çıkan bütün engellerin kaldırılması için de çalışmalıdırlar.    

Yönetimin meşru olması şarttır. Bu da ancak adalet ile olur. Adalet, esas olarak siyasetin ve siyasi iktidarın dinen meşruiyetini; ikinci olarak yönetenlerin yönetilenlere veya onların bir kısmına dahi olsa zulmetmemesini, icraatlarının yönetilenlerin iyiliğine yönelik olmasını, üçüncü ve dar anlamıyla ise insanlar arası anlaşmazlıkların yargı yoluyla çözümünde adaletin gerçekleşmesini ifade eder. Ancak güçlülerin yasaları eşek arıları misali deldiği, mazlumların ise yasaların ağlarına bal arıları gibi takılıp imha olduğu bir sistemde mülkün temeli adalet değil, belki zulüm olur. Hakeza yönetimin meşruiyeti, takip ettiği hedefler ve değerler ile icraatlarına göre belirlenir. Yönetim siyaset meşruiyetinin temelinde insanın insana kul olmaması, Allah'a kulluk ve ibadetin önündeki engellerin kaldırılması, toplumda adalet ve huzurun sağlanması vardır.   

Hem insanı yaratan ve onun ihtiyaçlarını ve özelliklerini en iyi bilen rabbimiz, indirdiği kitaplar ve gönderdiği peygamberler aracılığıyla bize nasıl kulluk etmemiz gerektiğini öğrettiği gibi, insanlığın fert, toplum ve devlet halinde nasıl yaşamaları gerektiğini de öğretmiştir. İslami yönetim yeryüzünde iyiliği yaymak, kötülüğü ve fesadı önlemekle yükümlüdürler. İyiliği yayıp fesadı önlemek bütün Müslümanların görevi olmakla birlikte sorumluluğun büyüğü devlete aittir. Devlet erktir, asayiş ve ahlaksızlık terörizmine karşı toplumda yaptırım uygulama yetkisi bulunduğundan nihai sorumluluk yöneticilere aittir.     

Yönetimle ilgili görevler liyakat esasına göre verilir. En üst yöneticiden tutun en aşağı düzeydeki memura kadar bütün devlet görevlilerinde hem güvenilirlik(emanet: emin olmak, bir başka ifadeyle adalet) hem görevin gerektirdiği liyakat (ehliyet: işe ehil olmak yani görev için gerekli vasıfları taşımak) aranır. İnsanlar arasında doğuştan gelen kabiliyetleri ve sonradan geliştirdikleri vasıfları açısından eşitlik yoktur. Bunun için her işe, o işin gerektirdiği niteliklere ve yetkinliğe sahip kimseler tayin edilmelidir. Yine İslam'da yöneticilik için görev istenmesi uygun değildir; aslolan bu görevlerin ilgili heyet ve üst yöneticiler tarafından liyakat sahibi kişilere verilmesidir.     

İslam siyaset anlayışında din; genel ilkeleri belirlediği, hakları teminat altına alacak şekilde yasamanın temel hususlarını üstlendiği, öte yandan kurumsallaşma ve yönetim şekilleri itibarıyla geniş bir alan bıraktığı için, yönetime dair engelleyici veya rakip bir otorite olmaktan ziyade yol gösterici bir işlev görür. İslam, yöneticilerle yönetilenlerin ortak hedefler ve değerler etrafında birleşmelerini sağlayıp toplumun fikri ve manevi birliğine hizmet eder. Burada önem arz eden, yönetimin kendisini her şeyin üstünde belirleyici bir iktidar olarak görmemesi, halkları küçümseyip şımarmaması, tam aksine gücü ne kadar artarsa artsın, Müslüman halkların önemsediği ulvi maksatları yerine getirecek bir araç durumunda olduğunun bilincinde olmasıdır. İslam'ın belirlediği temel hedefleri gerçekleştirmek üzere kendisine bırakılan icraat alanına yoğunlaşmasıdır.    

Hülasa, İslami yönetimde herhangi imtiyazlı bir sınıf ve kastın varlığına göz yumulmaz. Hukuk ilkeleri herkese eşit uygulanır. Pratikte üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü esas alınır.