• DOLAR 34.614
  • EURO 36.352
  • ALTIN 2972.567
  • ...

Bir önceki köşe yazımda tevekkül konusunu ayetlerin ışığında bir miktar işlemiştim. Önemine binaen aynı konuyu bugünkü yazımda da hadisler ışığında işlemeye çalışacağım inşallah... Doğrusu böylesi hassas bir konuyu enine boyuna irdeleyip konunun hakkını teslim etmek için bize ayrılan köşenin kâfi gelmeyeceğini biliyorum. Bunun için sözü kısa tutmaya gayret edeceğim. Şöyle ki, Kur'an'dan istifade etmenin yolu ayetlerin siyak –sibakını ve inen her bir ayetin hangi sosyal hadiseye binaen nazil olduğunu, nüzul zamanını, ayetin konusunu ve tarihsel arka planını öğrenmekten geçer. Salt Bektaşi mantığıyla olaya yaklaşıp ayetleri anlamaya çalışmak tevekkül kavramında olduğu gibi ayetlerin içini boşaltmaktan başka işe yaramayacaktır. Nitekim temelinde iyi niyet barındırmayan bu yüzeysel okumalar, zihinsel karmaşaya sebebiyet verip kaynaklarımızın bize sunduğu sahih ve berrak anlayışın önünü setretmektedir. Bu mesele üzerinde yapılan yanlış okuma ve tevillerin önüne geçmek için tevekkül konusunu ayetlerin ve hadislerin ışığında anlamaya çalışmak en doğru olanıdır. 

Tevekkül kavramı, Kur'an'da olduğu kadar hadislerde de üzerinde önemle durulan bir kavramdır. Hz. Peygamber(s. a. v)" Eğer siz gereği gibi Allah'a tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp akşam doymuş bir şekilde dönen kuşların rızıklandığı gibi sizler de rızıklanırdınız" buyurmuşlardır. Bu hadiste Allah'ın kendisine tam bir teslimiyetle tevekkül edenleri rızıksız bırakmayacağı ifade edilmekle birlikte tevekkülün tembellik anlamına gelmediğine de dikkat çekilmektedir. Resul-i Ekrem, münacat ve  dualarıyla müminlere tevekküle dair dersler vermiştir. Geceleyin uyumak üzere yatağına uzanırken okuduğu dua, onun Allah'a eksiksiz tevekkülünün bir ifadesidir: 

"Allah'ım! Kendimi sana teslim ettim, işimi sana havale ettim, yüzümü sana çevirdim, azabından korkup sevabını umarak sırtımı sana dayadım. Senden korunmanın ve güvende olmanın tek yolu, ancak sana sığınmaktır. (Buhari) 

Efendimiz Hz. Muhammed (s. a. v), gündüz vakti bir iş için evinden çıktığı zaman ise, dışarda vuku bulacak hadise ve tehlikelere karşı Allah'a tevekkülünü şu duayla ifade etmiştir: "Allah'ın adıyla! Allah'a tevekkül ettim. Allah'ım! Zillete düşmekten, dalalete düşmekten, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, kabalık etmekten veya kabalık edilmekten sana sığınırız."  

Tevekkül kalbin, çalışmak ise bedenin bir eylemidir. Kul her şeyin Allah'ın takdiriyle olduğu kanaatini taşıdığı, ortaya çıkan neticeyi kendi nefsine veya başka bir sebebe mal etmediği sürece kalpteki tevekkül hali beden ile çalışmaya aykırı düşmez. Tevekkül, Hz. Peygamber'in hali, çalışıp kazanmak ise onun sünnetidir. Peygamber'in hali üzere olan, onun sünnetini terk etmez. Dolayısıyla tedbir ve çalışma ile tevekkül ve takdiri birlikte gözetmek gerekir.  Allah'a güvenmek şartıyla sebep ve vasıtalara sarılmak tevekküle mâni olmadığı gibi, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihai belirleyici irade ve gücün Allah’a ait olduğunu da bilmek gerekmektedir. Tevekkül meselesini anlamaya çalışırken her şeyi büsbütün sebeplere bağlamak da yanlıştır. Çünkü sonuçta sebepleri yaratan da Allah'tır.  

İmam Gazali'nin sebepler konusu ile ilgili şu tespiti meşhurdur. "Mütevekkil kimse düşmanına karşı silah edindikten, hırsızlara karşı kapısını kilitledikten ve kaybolmasın diye devesini sağlam bağladıktan sonra tevekkül nasıl olur?" şeklindeki soruya Gazali şöyle cevap vermiştir: "Bir kimsenin tevekkülü, mesela evine hırsız girmemişse, sadece kapısını kapattığından dolayı değil, aynı zamanda Allah'ın menetmesiyle girmediğini bilmesidir. Nitekim nice evler vardır ki kapısı iyice kapandığı halde bu yeterli olmamış ve nice bağlanan develer vardır ki ölmüş veya kaçıp telef olmuşlardır. Aynı şekilde, nice silahlı adam vardır ki öldürülmüş veya mağlup edilmiştir" der.

Dostlar! Salt sebeplere bel bağlayıp sebepleri putlaştırarak Allah(cc.)unutulmamalıdır. Nitekim insanoğlu sebeplere teşebbüs etmekle beraber, neticenin sebepleri yaratan ve yönlendiren Allah'ın elinde olduğunu bilerek yalnız ona dayanıp güvenmelidir.  

Tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün yalnız Allah'a ait olduğu yönündeki şuur ve imanın bir sonucudur. Bu şuur ve inanç insanın hayatını sabır ve şükür içinde geçirmesini temin eder. Hakeza, gerekli sebeplere tedbirlere başvurmasına rağmen sonucu umduğu şekilde çıkmaması halinde Allah'ın takdirinin bu şekilde tecelli ettiğini bilerek sabreder ve ortaya çıkan yeni durumda yine kendi vazifesine odaklanır. Sonucun umduğu şekilde çıkması halinde ise, bu sonucun Allah'ın yardımı ve kudretiyle gerçekleştiğini bilerek şükreder, kendisini veya sebepleri yüceltmekten, gurur ve kibre düşmekten kendisini kurtarır.  

Hülasa, tevekkül kişiyi zorluklar ve olumsuz sonuçlar karşısında isyana, nimetler karşısında ise nisyana düşmekten alıkoyar.