Adem(AS.)'ın Çağından Muhammed(S.A.V)'in Çağına
Bir kurtuluş gemisi kalktı bu dünya üzerinden!... Adem(as.)'ın çağından Efendimiz Muhammed aleyhissalatu ves'selam'ın çağına akıp giden bir gemi. Hem çırpınıp içinde dolandığımız bu hayat denizinin melce gelip coşan dalgaları arasında, tufandan kurtulmuş bir avuç mümini taşıyan, evet, Nuh(as.)'ın ülkesinden süzülüp ufka yol alan ve sonunda insanlığı sahili selamete kavuşturan, Cudi'ye oturup karar kılan bir gemi kalktı bu diyardan. Mezopotamya'dan yeryüzüne yayılan ve mücadele serencamımızın hatıralarını taşıyan, ebede müştak bir düş gemisi kalktı bu diyardan. Alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ves'sellem,'in diyarından, küfrün belinin kırılıp medeniyetin zuhur ettiği diyardan, evet Medine'den, Hicaz Yarımadasından yeryüzünü kısa bir sürede dolaşan bir düş treni kalktı zaman tünelinden...
Bedir ve Uhud ve Hayberlerde İslam için fedakârlıklarda bulunan Ali, Ömer ve Hamzaların yiğitlik destanlarının hatıralarını muhafaza edip düşler ülkesinde beliren nesnelerin gölgesinde yad ediyoruz şimdi. Bu düşlerin gölgesinde kendini iyi ve güzel işlere adayıp istikamet üzere kalabilen yiğitlerin himmetine ne de çok muhtacız! Doğrusu düşlerimizde beliren nesneler, bilgi ve birlik aşamalarını belirtmek ve aşmak için vardırlar. İnsanoğlu düşlerinde beliren nesnelerle kendine gelir, ruhuna format atarak gerçek birliğe varmak için kimi zaman bunları öngörür. Hakikatte birlikle bu görülenler arasında çok uzun bir yol vardır. Bunu da ancak birliğe inanan ve ulaşanlar bilirler.
Mesela, yolcu duygularının etkisiyle kendinden geçer, oysa o uykuda değildir, uyanık olmasına karşın gövdesinin genişlediğini, büyüyüp tedricen bütün evreni kapladığını görür. Hatta dağları, nehirleri, denizleri, bütün eşcârı(ağaçları), bahçeleri, hatta yeryüzündeki bütün nesneleri kendi varlığında görür. Öyle ki kendini evren bütününün tıpkısı sanır ve gördüklerinin tamamının da kendisi olduğu kanısına kapılır, kendinden başka varlık görmez. Nitekim o neye baksa kendi özüyle karşılaşır. Bir kırıntıyla güneşi kendi özünde eşit görür ve aradaki ayırımı seçemez.
Bunun için zamanı parçacı olarak değil, bir bütün olarak kavramak gerekir. Kötürüm bir akıl ve miyop bir okumadan kurtulan insan için evvel de ahir de öncesizlik ve sonrasızlık da bir olur ve yol olur. Tam da bu meyanda, Adem'in çağı Muhammed'in çağı diyene şaşı kalır insanlar. Bu durumda bütün nesnelerin, olanların görenin bile şaşıp kaldığını anlar. Sonra bütün nesnelerin, toptan yok olduğunu görüp bunu anlatmaya bile gücü yetmez. Sonra gene çokluk evrenine döner insan, var olanlardan birtakımının ötekinin içinde bulunduğunu, birinin ötekinin varlık nedeni olduğunu kavrar. Kısa bir süre bu çokluk âleminde kalır, sonra bu görünmez oluş durumundan duyu evrenine geçer insan.
Nesnelerin toptan yok oluşu birlik belirtisidir. Çoklukla ilgili sözler, anlatılan olaylar, gönlün bir süre varlığa, bir süre yokluğa akışı, görünüş olayına, onunla bağlantılı durumlara ben'im demesi de birlik yüzündendir. Bütün bunlar rabbimiz Allah Teâlâ'dan gelen ikaz ve uyarmalardır. Ancak bunlar coşkuyla beğeniye bağlı bir birlik değildir. Birlik bunların üstündedir. Hakikat yolcusu birliği ve mutluluğu yalnız manevi zevkle bulabilir. Hülasa yeryüzündeki bütün güzellikler, bu birliğe bağlıdır, daha doğrusu ne varsa birliktedir.
Pek çok insan bir düş hükmünde olan bu dünya hayatının geçici cazibesine aldanıp bir hiç uğruna tüketir ömrünü. Değersiz ve anlamsız bir şekilde yaşadığı hayatının ansızın gelen bir ölümle bölüneceğini hesaba katmaz. Oysaki ölüm, hayatın ikiz kardeşidir. Allah(cc.), hayatı veren ve öldürendir. Kaldı ki alınan her bir nefesin yarısı hayat, yarısı ölüm için alınır. Değil insan, hiçbir canlı ölümden vareste değildir. Ervah âleminden rahmi madere düşen insan, bir süre dünyada kalıp oradan da kabre yolculuğu devam etmektedir. Vakit gelip de son bulduğunda düşler ülkesinden uyanıp başkentler ülkesine sevgiliye, en sevgiliye rücu edecektir o...