• DOLAR 34.587
  • EURO 36.38
  • ALTIN 2939.411
  • ...

Sözlükte "uzun emel, aç gözlülük, tamah, bitmez tükenmez hırs" anlamına gelen tûl-i emel, ıstılahta; insanın hiç ölmeyecekmiş gibi çalışması" demektir.  İnsan, bu dünyada baki kalmak ister. Çoğu zaman baki kalmanın çarelerini aramaya çalışır ama bu mümkün olmuyor. İnsanın gücü elinin yetiştiği yere kadardır ama arzuları gözünün ve hayalinin yetiştiği yere kadar geniş bir dairededir. Emel ve arzularının tüm kâinatı saracak kadar geniş olması itibariyle, onun küçücük düşüncesine kâinat kadar telaş ve sıkıntı giriyor, diyor Üstad Bediüzzaman... 

İnsanda tûl-i emelin menşeî olan tevehhüm-ü ebediyet arzusu da vardır. Tevehhüm-ü ebediyet; Hiç ölmeyecekmiş gibi evham ile sadece bu dünyayı ve menfaatlerini düşünmek arzusu ya da dünyada ebedî ve sonsuz yaşama zannıdır. Böylesi bir evham şeytanın telkini ve desisesiyle meydana gelmektedir. Şeytan bu arzuyu çok rahat kullanmaktadır. Zaten insanın şeytana karşı yenilgisi de tam bu noktada başlamaktadır. Hiç ölmeyecekmiş gibi uzun yaşama arzusunun dünyada tezahür edeceğine dair bir aldanmadır bu. Bu nefsin vazifeden kaçma taktiklerinden birisidir.

Ey dost! Seni dünyaya bağlayıp ağırlıklarından kurtulmanı engelleyen sebeplerin en büyüğü dünya sevgisi ve cehalet olduğunu aklettin mi hiç? Nitekim dünya ile ilişkilerinde dünyanın geçici lezzetlerine aşırı muhabbet besleyen bir insanın, dünyadan ayrılmak istemesi kalbine ağır gelir. Hem dünya sevgisine yenilmiş kişinin kalbi ölüm hakikatiyle yüzleşmekten ve onu düşünmekten kaçınacağı da bir hakikattir. Dahası, derdi dünya olanın başında dünya kadar derdi olacağı için, Allah yolunda gayret etmek gibi bir derdi olmaz. Halbuki pusuda bekleyen ölüm her canlı için mukadder ve kaçınılmazdır; onu kendinden uzaklaştırmaya çalışan hiçbir nefis ondan vareste değildir. Ölüm, yaşa ve başa bakmadan sırası geleni götürür. Birileri, ben daha ölecek yaşta değilim' hayalleriyle avunsa da' hepimiz ölecek yaştayız' buyuruyor şair...

Ölüm nerede, ne zaman geleceği belli değildir. İyisi mi onu her yerde beklemek daha doğru olmaz mı? Kaldı ki insanoğlu muhtaç ve aciz bir varlıktır. Muhtaç olduğu mal, makam ve mevki muhabbeti ona çoğu defa ölümü unutturarak tövbe ve istiğfarda bulunmasını erteletir. O, kimi zaman tövbeye yeltense de nefsi ona: 'Önünde tövbe etmen için daha uzun günler var' telkininde bulunur. Dünyada uzun yaşama arzusu ve hırsıyla der ki: Şu meskenimi yapıncaya, şu bostanımı abat edinceye, belki çocuğumu evlendirinceye, şu söküğümü dikinceye... şu açığımı gediğimi kapatıncaya, bilmem şu düşmanın kahrından kurtuluncaya kadar gelmese şu ölüm! Der durur. Nefis böyle avunur dururken bir meşgale bitmeden on meşgale daha çıkar. Bir imtihan kapısı kapanır, on imtihan kapısı daha açılır. Hem gönül verip zülfü teline canını bağladığın bu dünya kime yar oldu ki sana yar olsun ey dost! 

Edebiyat dünyasında yedi güzel insandan biri olarak tanınan Cahit Zarifoğlu: "Burası dünya. Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi. Ekip biçip gidecektik" demişti dünya için... Merhum, veciz ve bir o kadar zarif sözlerle dünya sevgisini zem etmiştir. Aynen öyle, bundan öte bir kıymeti harbiyesi  var mıdır bu dünyanın? Üç beş günlük dünya işte, geldik ve gidiyoruz. Peygamber Efendimiz (s. a. v.) "Lâ râhate fi'd dünyâ; Dünyada rahat yoktur" buyurmuşlardır. Nihayetinde ummadığı bir zamanda ölüm gelip yapışır insanın yakasına ve tehir ettiği "tövbe" ameliyesi için çok büyük pişmanlık duyar ancak iş işten geçmiştir. Doğrusu çok yaşama arzusu olan hiçbir kimse dünyadan istediğini alamamıştır. Çünkü her bir ihtiyaç bir başka ihtiyaca kapı aralar da ondan...  

Dostum! Senin bütün kuruntularının kökeninde dünya sevgisi vardır. Dünyaya aşırı muhabbet besleyen, Efendimiz (s.a.v.)'in şu hadis-i şeriflerinin sırrına mazhar olmamıştır: Efendimiz(as.) "Sevebildiğini sev! Muhakkak ki ondan ayrılacaksın" buyurdular. Dünya rahatı, emniyeti ve istikrarı içinde olanlar dün sırf bunun için Allah Resulü'ne karşı geldiler ve Onu terk ettiler.  

(Devam edecek...)