• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

Bu haftaki köşe yazımı, Hz. Peygamber'in bir hadisinden yola çıkarak bir mesel öyküyle sürdürmek istiyorum. Umarım sadra şifa verecek bir etki yapar. Resulullah (sav.), dünya sevgisini yermek için ümmetine ithafen buyurdular ki: "Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir."  

Bir hükümdar, halkı için havası temiz, suyu bol bir yere çok güzel bir şehir kurar. Şehre kanallar açar, ağaçlar diker, güzelim parklar yapar, sonra halkına: "Ey ahali! Bu şehre doğru yarışın, hem acele edip önce varanlara birçok ikramlarda bulunulup en güzel köşkler verilecek. Üşenip geri kalanlar ise, bu köşkler ve nimetlerden mahrum kalacaktır" ferman buyurdu.  

 Sonra, hükümdar insanlar için bir yarış meydanı yapar. Meydana uzun gölgeli, altlarından ırmaklar akan büyük ağaçlar diker. Üstelik bu ağaçlarda her çeşit meyve ve dallarında ötüşen kuşlar da vardır. Bir zaman sonra hükümdar ahalisine elçisi vasıtasıyla şu haberi verir: 

 "Ey insanlar! Bu ağaçlara ve gölgelerine, dahası şu altınızda gürül gürül akıveren nehirlere aldanmayın. Çünkü bu ağaçlar yakında köklerinden sökülecek, gölgeleri gidecek, meyveleri bitecek ve dallara tüneyen kuşları ölecektir. Ancak sizler için kurduğum ve abad kıldığım yurdun ise ne ağaçları kurur ne de gölgeleri kaybolur. Orada akıcı ve sonsuz nimetler vardır. Öyle ki; hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırından geçirmediği kadar orijinal nimetler... 

 Bu şehrin varlığı ve sonsuz nimetlerinden haberdar edilen insanlar onu aramaya koyulurlar. Yorgunluğun, sıcaklığın ve susuzluğun etkisine girdikleri bir sırada, yol güzergahında gelip geçici ağaçlarla karşılaşırlar. O ağaçların altına inip gölgeleriyle gölgelenirler; tatlı meyvelerini yer ve ruha dinginlik veren kuşların nağmelerini dinlerler. Onlara: 

"Siz bu ağaçların altına bir süreliğine dinlenmeniz ve bineklerinizi müsabakaya hazırlamanız için geldiniz. Her an için sefere hazırlıklı bulunmalısınız. Birazdan boru ötünce nizami bir yürüyüşle yarışma meydanına ulaşırsınız" denilir. Gel gör ki çoğu yolcu işi ağırdan alıp bu emre uymaz ve şöyle der: 

"Biz bu koyu gölgeleri, tatlı suları, olgun meyveleri ve bu rahatlığı nerde bulacağız. Kaldı ki bu sıcakta, bu yorgun ve argın halimizle, bu uzak çöl yolculuğuna nasıl takat getirebiliriz? Dahası, insanın içini dışına çıkaran bu tozlu ve susuz çölleri nasıl geçebiliriz? Gördüğümüz bir şeyi görmediğimiz bir şey için nasıl feda edebiliriz? Gördüğün şeyi al, duyduğun şeyi bırak! Biz bugünün çocuklarıyız. Bu hazır ve görülen haldir; bu hali uzak bir beldedeki görünmeyen bir hal için nasıl terk edebiliriz? Hem o beldeye ne zaman ulaşacağımızı da bilmiyoruz." 

 Emre uyan çok az kişi der ki: "Vallahi bizim bu yerimiz/yurdumuz bir gün harap olup yok olacak. Oysa ki bizler ebede müştakız; ebedi bir hayatı isteriz. Madem sultanımız bunu vaad etmiş, elbette onu verecektir de... Hakeza, bir ağacın gölgesinde dinlenen yolcunun sırf sıcak ve soğuk endişesiyle çadır kurup orayı yurt edinmesi de akıl kârı değil... Belki akılsızların en akılsızı yurt edinir orayı... Haydi müsabakaya hazırlanın! Bu alemde ölümün hükmü geçerlidir. Bu dünya devamlı kalınabilecek bir yer/yurt değildir. Öyle ise yarış bineklerimizi koşturup acele edelim. Geçici bir gölgenin altında oturup ağırdan almak bize yaraşmaz, çünkü biz bu dünyada bir yolculuktayız. Her kim bu alemde güzel yaşamayı umuyorsa, umudunu çöküp gidecek bir yere bağlamış olur. En güzel hayat, müminler için hazırlanmış ahiret hayatıdır."  

 Hülasa, geride kalan yolcular ağaçların gölgesinde uyuyakalır. Çok geçmeden konakladıkları yeri bir ateş kuşatır. Artık geçici nimetlerden eser yok şimdi. Ateşin içinde alevlerle boğuşan narzedeler: "Bizimle birlikte ağaçların altında gölgelenip sonra bizi bırakıp gidenler nerede kaldılar?" derler.  

Onlara: "Başınızı kaldırın onların makamlarını görürsünüz" denilir. Başlarını kaldırdıklarında,  sadık insanları hükümdarın saraylarında çeşitli nimetler içinde dinlenirken görürler. Onlarla beraber olmadıkları için acı üzüntüleri kat kat artar. O sırada kendileriyle arzu ettikleri arasına perde çekilir, acı ve elemleri daha da artar vesselam!