Vefalı Olmak
Vefa kelimesi, pek çok anlamı bir arada barındıran bir kelimedir. Dava tarihinde çokça önemsediğim bu kavramın sözlükteki anlamı; "Bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak, bağlılık" olarak tarif edilmiştir. Ahlaki bir terim olarak da; görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunan insanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık verme gibi manaları barındırmaktadır. Ayrıca insani ilişkilerinde vefalı davranan tipler için, ‘filan kes vefakâr adamdır’ tabirini sıkça kullanırız. Yüce bir erdem olarak anlamlandırılan vefa kelimesinin, manevi duyguları temsil etmek amacıyla kullanıldığı da bir hakikattir.
İlahi ölçüde iyiliğe iyilikle mukabelede bulunmak adalet gereğidir. İyiliğe kötülükle karşılık vermenin de zulüm olduğunu biliyoruz. Öyleyse mümin insana her durumda adil ve vefalı olmak yaraşır. Zaten İslami kaynaklarımız dikkatlice incelendiğinde bu kavramın; sevgide bağlılık, kâfi gelme, minnettarlık, sözünde durmak, dostluğu sürdürmek, sadakat ve benzeri nice anlamlarının olduğu görülecektir.
İnsani ilişkilerde vefakârlık diğerkâmlığın nişanesi olup dostluk ve muhabbeti pekiştiren ahlaki bir ilkedir. Doğrusu vefakârlığın en büyük ispatı, kişinin yaratıcısını tanıyıp secdeye varması, O'na hakkıyla ibadet etmesi, emir ve nehiylerine uymasıyla mümkündür. Bunu yapmaktan içtinap eden her kul nankör ve vefasız addedilir. Kaldı ki en büyük nankörlük de kulun Rabbinin nimetlerini inkâr etmesi değil midir? Tabi burada aşikâre olmasa da kulun nimetleri kendisine bahşeden yaratıcısına karşı, zımnen düşmanlık edip isyan içerisinde bulunmasıdır.
Nankörlük meselesinin daha iyi anlaşılması için kelimenin etimolojisini, yani kökenini bir nebze incelemede fayda görüyorum. Aynı dil ailesinden olan Farsça ve Kürtçe'de "nān" ekmek ve "kūr" görmez kelimelerinin terkibinden, "nankör" sözcüğü türemiştir. Nankör kavramı, literatürde; iyilikbilmez, gördüğü iyiliği unutan, inkâr eden kimselerin halini anlatmak için kullanılır. Demek ki nankörler, aynı zamanda vefasız da olurlar...
Ancak mümin insana vefalı davranmak yakışır. Mümin, yeri geldikçe düşmanına karşı bile vefa borcunu ödeyendir. Hem İslam Davası için zor zamanda yardan ve serden geçen azizlerimizi, alimlerimizi hatırlayıp sormak vefa gereğidir. Ruhların yaratılış safhasından bu yana, mücadele süreci birtakım cefalar barındırsa da vefalı olmak yaraşır bize. Hatta bezm-i elestte, yani ta ezelde, rabbimiz ruhları halk ederken O'na verilen misaka bağlı kalmaktır vefa. Yapılan akitlere, verilen sözlere bağlılığın bulunmadığı bir toplumda kin, hased, fitne ve gazap vardır. Vefanın yerine cefanın kol gezdiği bir diyarda -bu velev ki Müslüman bir toplum olsun- kaos çıkar, güvensizlikler doğar, sosyal çözülme ve çürümüşlükler baş gösterir.
Biricik önderimiz Allah'ın elçisi Hz. Muhammed(s.a.v)'in hayatının neresinden bakarsan bak, hep vefa örnekleriyle doludur. Üstelik tarih; Allah Resûlü'nün her zaman sözüne sadık kaldığına, emanete ihanet etmediğine, kendisine kucak açanlara karşı hiçbir zaman vefakârlıktan ödün vermediğine, kendisine yapılan iyiliği asla unutmadığına şahitlik etmektedir.
Kur'an şairi merhum Muhammed Âkif Ersoy, kızının nikâh akdine çok sevdiği dostlarından Bosnalı Ali Şevki Efendi'yi de davet etmiş. Yaşlı hoca bu davete biraz geç gelmiş ve gecikme sebebi olarak da 'Vefâ Yokuşu'ndan' çıkışının biraz vakit aldığını söylemiş. Âkif de bu mazereti yerinde bir hakikat ile mezcederek (karıştırarak)mütebessim ve bir o kadar manidar bir şekilde cevaplamış:
Hangi Vefâ Yokuşu'ndan bahsediyorsun hoca efendi? Şimdiki nesil, o yokuşu çoktan düzledi" der. Evet, merhum Âkif lafı tam da gediğine oturtmuş. Birileri fiziki anlamda 'Vefa Yokuşu'nu' düzlerken bizler de vefa kavramının içini boşaltıp aşındırdık gibime gelmektedir.
Osman Nuri Topbaş Hoca; "Âkif, bugünkü toplumumuzu görse, kim bilir bu duygusuzluk karşısında nasıl feryat ederdi. Bugün insanlar, izleri silinmiş, unutulmaya yüz tutmuş iyilikleri, nefsanî arzularının galebesi sebebiyle hatırına bile getirmemekte ve ekseriyetle vefâ kelimesi, âdeta lügatte bir kelime ve sırf İstanbul'da bir semt adı olarak kalmış bulunmaktadır" diyor.
Hülasa, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir nişanesidir ve dostluk borcudur vefa. Kişinin sözünün eri olup dostunu/dostlarını hatırlamak, iyiliklerini unutmamak ve kendi sorumluluğunu hissetmektir vefa. Rabbimiz insanı, sözünü tutacak fıtratta yaratmıştır; vefasızlık fıtrata ters düşer.
Bir ömür aile hukukunu gözetip vefa gösteren eşlere, hocasına karşı vefalı davranan talebelere ve dostlarına karşı vefa takdirini hak eden tüm aziz canlara binler selam olsun!