Öğretmen İdeal Sahibi Olmalı
Öğretmen, bütün üstün güzellikleri kendinde toplayan, öğrenen ve öğreten kişidir. Bu kavramın eş anlamlısı muallimdir. İslam eğitim felsefesine göre, insanlık ailesinin en büyük öğretmenleri peygamberlerdir. Bu açıdan öğretmenlik mesleğini peygamberlik makamıyla özdeşleştirenler de vardır. Günümüz dünyasında “Bilge Kral” olarak tanıdığımız, Müslüman genç kuşaklara örnek bir hayat ve düşünce mirası bırakan güzel insan, Aliya İzzetbegoviç'in; "Gökyüzünün öğrencisi olmadan yeryüzünün öğretmeni olamazsın" sözleri, fikir erbabı herkesi mest eden sözlerdir desem, mübalağa etmiş olmam sanırım... Hatta davetçi vasfını kesp etmiş, ideal sahibi her bir öğretmen için, yol kılavuzu ya da kilometre taşı mesabesindedir Aliya'nın sözleri... Mücadele dolu bir hayat serencamı olan, zor zamanda ülkesi ve davası için bedel ödemiş bir fikir adamı dışında, acaba kimin yüreğinden kalemine, bal tadında bu sözler dökülebilir ki?... Evet, 'Gökyüzünün öğrencisi ve yeryüzünün öğretmeni olmak' vasfına ermek kaç insana nasip olmuştur bu alemde?
Sen ey öğretmenim! Yaratan Rabbinin adıyla okuyup ilim tahsil edersen Rabbin kerem sahibidir, her daim seni kerim kılar. Unutma, Allah Teâlâ, kendi kerim 'ekrem' yani en cömert ve şerefli vasfını insana ilim vermekle irade buyurmuştur. Hem ilim öğrenmenin bir üstünlüğü olmasaydı, Rabbimiz Allah(cc.), sevgili habibini Resul-i Ekrem, yani kerem sahibi, cömert peygamber olarak vasıflandırır mıydı hiç?
Şu halde insan, ilim öğrendiği ve öğrettiği takdirde bir değer ve üstün vasıf kazanmış olur. Bunun için öğretmenler, alimler ve dahi rehberlerimiz ilimlerini paylaşırken cömert davranmalıdırlar. Okuyan, araştıran ve kendini yetiştiren öğretmenler, ilimlerini öğrencileriyle paylaşma hususunda cimri davranmazlar. ‘Mal paylaşılarak eksilse de ilim paylaşılarak ziyadeleşir’ sözünü duymuşuzdur. Öğretmen, bilgiyle birlikte ameli, yani pratiği uyum gösterdiği takdirde kemal vasfını kazanmış olur. Çünkü bilgi form; amel ise maddi hususa tekabül ettiği için ikisi birbirinden ayrılırlarsa işlevini yitirirler. Üstelik ilim bir işin başlangıcı, amel ise sonucu bildirir. Kâmil ve şahsiyetli bir neslin yetişmesi için de bilgi amel ile pratize edilmelidir. Bunu sağlamadan kemal vasfına erişilmez. İnsanın varoluş sebebi öğrenci olma özelliğindendir. Bu dünyada talebe olmadan muallim olunmaz. İlim merak ederek öğrenilir, öğrenmeden öğretemezsiniz de...
Allah Teâlâ, bütün yaratıklara kıyasla insanı alternatifsiz ve mükemmel yaratmıştır. İnsanın hem ulvi, yüce, hem deni, yani alçak yönü vardır. Kişi hangi yöne meylederse o yönde yol kendisine açıktır. Ayrıca o, akıl ve irade sahibi olup düşünen bir varlıktır. İnsan, okuyup düşünerek hayatın gayesini öğrenir. Öğrenciye hayatın gayesini öğretmek konusunda en büyük vazife anne-baba ve öğretmenlere düşer. Merhum İkbal'in İslam öğretisine göre; 'dünya entelektüel düşünce ve seçme gücüyle donatılmış, insanın sürekli olarak hayat tecrübesi kazandığı bir sahnedir.'
Doğrusu, hayat tecrübesi kazanan insan değerlidir, yalnız bu dünya için varlığını heder ederse kendine yazık etmiş olur. İnsan bu dünyada hayatını idame ettirirken onu bekleyen esas ve kalıcı bir diyar vardır. Öyleyse insanı salt bir obje olarak ele almak yanlıştır, bu bakış açısı, insanı bilinmezliğe sürüklediği gibi kendi varlığının keşfine de engel olur. Kaldı ki eğitim sistemimiz, bir nebze, insanı 'anlama' odaklı esaslar üzerinde şekillendirilirse eminim ki çocuklarımız o vakit kindar değil, dindar yetişecektir.
Evet, eğitimin merkezinde insan vardır, insanı şekillendirmeye talip olanlar değişim için önce kendinden işe başlamalıdır. Çünkü insanı değiştirmek zor iş...Hasılı kelâm, eğitimde sorumluluk ve yükümlülüğün büyüğü eğitimcilere düşmektedir. Şahsiyetli ve dindar bir neslin yetişmesi, kavmi unsurlardan arınmış, halkların kardeşliğine vurgu yapan bir müfredatın hazırlanması, dahası eğitim fakültelerimizin tamamında, Allah'ın irade buyurduğu bir hayatı gaye edinen öğretmen adaylarının yetiştirilmesi ve bize has düzgün bir eğitim sisteminin varlığıyla mümkün olacaktır.
"Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!" (Ankebut,64) hakikatini öğrencilerin zihnine nakşetmek için bunu işlemek gerekir. Öğretmen her fırsatta öğrencilerine; aklının ve vicdanın buyruklarını nefsani isteklerine hâkim kılanlar, iradelerini inançlarıyla bütünleştirirler, hakikatini hatırlatmalıdırlar. İslam'ın emir ve yasaklarının makul, değerli ve uyulması gerekli vazifeler olduğu anlatılmalıdır.
Ancak nefsanî arzuları akıl ve vicdanlarına galip gelen bir kısım eğitimcinin, Rabbimizin emir ve yasaklarını birer külfet, ağırlık olarak görmeleri nedeniyle, Allah'ın hükümlerinin -haşa- anlamsız ve yararsız olduğuna hükmederek gerek okulda ve gerekse diğer ortamlarda, İslam karşıtı bir düşüncenin propagandasını yaparak öğrencilerine menfi yönde örnek oldukları da bir hakikattir.