Emin misin sen?
Birkaç zamandır dostlarımızın amansız hastalıkların pençesine düşüp darı bekaya irtihal eylediklerinin haberleriyle uyanıyor ve bir hayli mahzun oluyoruz. Hani şeytanın bir miktar vesvese vermesi ve iğfa etmesi; yani gaflete düşürmesiyle de umutsuzluğa kapılıp ruhen boşluğa düştüğümüz anlar oluyor. İstiazede bulunup istiğfar ediyor: "Biz O'ndan (c.c) geldik ve O'na dönücüleriz" diyorum.
İnsan duygulanan ve hüzünlenen bir varlıktır. Gahi güler gahi ağlar. Olsun be dostum...Ağlatan da, güldüren de O(c.c) değil midir? Bunun için insan, dostunun vuslatıyla sevinirken, firakıyla da üzülmektedir. Doğrusu insan ne ağaçtan ne de taştandır. Mana ehli olması hasebiyle hadiseler karşısında farklı ruh hallerine bürünmesi normal karşılanmaktadır. İnsanın zaman zaman fırtınalara teslim olup, hayat okyanusunda med cezirler yaşamasını da normal görüyorum. O hallerde dahi Rahman'ın rahmet eli imdadına yetişmeseydi, o boğulup helâk olurdu.
Fırtınaya tutulup tsunami dalgalarına yakalanan Müslümanların, mücadele gemisini terk etme gibi bir lüksü olabilir mi? Hele, 'nasıl olsa mazi zamanda vazifemizi yaptık, bugün davet ve tebliğ çalışmalarını sürdürmemize ihtiyaç kalmamıştır, gibi bir mazeret ileri sürmeleri kabul edilemez. Ayrıca gelecek hakkında lüks beklentiler içine girerek hayatı kendimize zindan ediyoruz. Hatta neredeyse bütün plan ve projelerimizi müstakbel üzerine kurgulamış bulunmaktayız.
Hz. Mevlana ne güzel buyurmuş: "Geçmişin keşkeleri, geleceğin endişeleri ile oyalanma... Ders al ve yoluna devam et. Dün dün ile beraber gitti cancağızım... Ne kadar söz varsa düne ait... Şimdi yeni şeyler söylemek lazım..."
İnsanın gelecek kaygısı duyması, daha çok yaşama arzusu ve tamahından kaynaklanmaktadır.
Tecrübeyle sabittir ki, insanın azıcık tamahı ona çok ziyan getirmektedir. Hani "Azıcık aşım, kaygısız başım." Atasözü meşhurdur. Aralıksız çalışarak, çeşitli sıkıntılara katlanarak, amansız zorluklara göğüs gererek dünyacılara (!) özgü bir hayat yaşamaktansa, gösterişsiz ve tevazu bir hayat sürmek daha güzeldir diyorum. Hem dünün, bugünün ve yarının sahibi Allah'tır. Peki sen, yarına çıkacağından emin misin? O da belli değil.
Yağmurun dinmeyeceğinden, hiç bitmez görünen hayat ırmağının bir gün kurumayacağından, seni alıp diyardan diyara gezdiren rüzgârın duruvermeyeceğinden emin misin?
Hep atan yüreğinin bir gün duruvermeyeceğinden, gören gözlerinin hep göreceğinden, duyan kulaklarının hep duyacağından emin misin?
"Ben olmazsam olmaz!" dediğin işlerin, asla sensiz yapılamayacağından, sen olmazsan dünyanın duruvereceğinden, seslendiğinde titrettiğini sandığın şu dağların, hep emrinde olacağından emin misin?
Dostum sen, sen ol, konuşurken sesini alçalt ve yürürken yürüyüşünde mutedil ol. Kibri bırak, öyle –haşa- 'küçük dağları ben yarattım' zehabına asla kapılma. Çünkü sen aciz bir varlıksın. Bunun için haddini bil...
Allah (c. c) Kur'an-ı Kerim İsra suresi, 37.ayette: " Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin." buyurmakta.
Sana uzanan ellerin hep yanında olacağından, yüreğini verdiklerinin bir gün sırtlarını dönüp gitmeyeceğinden emin misin?
Boynuzsuz koyunun, boynuzlu koyundan hakkını alacağı günde, balıklardan kuşlara, ağaçlardan güneşe, üzerindeki mesajları okuyup anlamadığın yaratılmışların senden şikâyetçi olmayacağından emin misin?
Karanlığın içinde kaybolup giden çığlıkların duyabildiğinden, yüreğindeki ışıktan başkalarına da verebildiğinden emin misin?
Güzel bir hayat yaşadığından, yapabileceğin her şeyi yaptığından emin misin?
Bütün bunlar için bir kere daha fırsatın olacağından sahiden emin misin?
Eminlerden olmak dileğiyle Allah'a emanetsiniz...