28 Şubat süreci mezalimi
28 Şubat sürecinde daha ömürlerinin baharında, parmaklıkların ardında solan nice gonca güllerimiz ve nazenin çiçeklerimizin varlığından acaba kim haberdar oldu? Hem dağlar, taşlar ve gökte kuşlar uyandı da yitirdiğimiz değerler için ümmet bir türlü uyanmadı. Hani bu meş'um sürecin üzerinden çok zaman geçmiş olsa da, o dönemin acıları hiçbir zaman unutulmadı ve hafızalarda tazeliğini korumaya devam etti. Bu süreçten o denli muzdaribim ki, inanın bir dokunsanız belki bin ah işitirsiniz. O zulümleri her hatırlayışımda ruhum ile kendimi adeta çarmıhlara gerilmiş gibi hissediyorum.
Bu süreçte Kabil zihniyetlilerin zulmünden dolayı dağlar ve taşlar bile dile gelmiş, işlenen zulmün etkisiyle ey Kabil ve ey katil! diye haykırmıştı. Kabillerin, Habillere kumpaslar kurarak onları zindanlara mahkûm edilişini mi, Yusufların Kenan kuyularına insafsızca terk edilişi ya da köle pazarlarında kalleşçe satılışını mı dile getirsem? Yürekleri yangın yerine dönmüş annelerin Yusuflarına kavuşamadan hasret ve özlemle son nefeslerini verişlerini mi anlatsam? Evet, hangi birini anlatsam hangi birini...
Kötülükler karşısında sapasağlam dağlar gibi, hak ve hayrın sadık hizmetçileri olarak evlatlarını yetiştiren anneler, evet anneler, çocuklarına kavuşamadan birer birer düştüler toprağa. Ya bu acıyı iliklerine kadar hisseden, ancak sırf zalimler sevinmesin diye gözyaşlarını sessizce içine akıtan babalara ne diyecektik? Yoksa bu babalar duygusuz muydu? Hayır, asla... Derler ki; "Erkekler kanlarıyla savaşın acılarını ekerler günlerce, kadınlara ise bu acıları gözyaşları ile büyütmek düşer yıllarca..."
Hem 28 Şubat sürecinde insanlar yargılanırken masumiyet karinesi ilkesine uyulmadığı bir hakikat değil midir? Masumiyet karinesinin temel mantığına gelince... Masumiyet karinesinin temel mantığı, hukuken suça bulaştığı kesinleşmemiş bir insanın hükümlü sıfatını giyemeyeceğini belirten bir kuraldır. Masumiyet karinesi ilkesine göre bir insana hüküm giydirmek için önce kişinin işlediği suçun kanıtlanması gerekmektedir.
Masumiyet karinesine uyulmadığına dair somut bir örnek mi istersiniz?: Mesela o süreçte henüz genç bir öğretmendim. Kaldığım öğretmen lojmanı askerlerce basılmış, suç unsuru olarak kabul edilen kitaplarım kutulara doldurularak apar topar gözaltına alınmıştım. Üstelik arama yapan komutanlar, üzerinde namaz kıldığımız halılarımıza da postallarıyla basmaktan içtinap etmemiş; dahası eşim ve masum çocuklarımın gözleri önünde hakarete uğramıştım. Şubatın soğuk gecelerinde, akla hayale gelmedik işkence yöntemleriyle sorgulanıp günler sonra ancak DGM'ye çıkarılmıştık. Daha hâkimin karşısına çıkarılmadan, bekletildiğimiz kocaman salonda duran masanın üzerine, bir torba kelepçenin boşaltıldığına şahit olmuştuk.
O gün mazlumlar için süreç, şark istiklal mahkemeleri mantığıyla işlemekteydi: Neydi? "Sanıkların asılmasına, delillerin bilahare incelenmesine..." gibi. Okyanus ötesinden düğmeye basılmış olmalı ki; hâkimin yanına oturan subayın, ifademizi alan hâkime:" Hâkim bey hepsini tutuklayın" talimatını verişini daha dün gibi hatırlıyorum. Yorgun ve bitkin olduğumuz halde gecenin o vaktinde, hâkimin masasında duran "Zaman Gazetesi" de dikkatlerimizden kaçmamıştı.
Fetö'nün, hâkim ve savcıları, bu süreçte yargıya bilfiil müdahale ettikleri için, bırakın masumiyet karinesi ilkesini, hukukun tamamını ayaklar altına almışlardı. Dahası, yargı erkini; "babalarının arpalığı gibi kullanmaktaydılar." Yerel mahkemelerde yıllarca bir karara bağlanamayan dava dosyaları, Yargıtay'dan gelen baskılar sonucu bir anda müebbet hapse çevrilmiş ve hapisteki Müslümanlar hayal kırıklığına uğratılmıştı.
Bin yıl süreceği iddia edilen sürecin üzerinden neredeyse 22 yıl kadar bir süre geçti. Süreç belki bin yıl sürmedi, ancak mağdurlarına yaşattığı acılar daha uzun yıllar süreceğe benziyor. Müslümanların, Fetö'nün kumpas ve komplolarıyla mağdur edildikleri hepimizin malumudur. Hükümetin, yaşanan hukuksuzlukları bir an önce ortadan kaldırarak mağdurlara iade-i itibarda bulunması hem ülkenin, hem halkımızın yararınadır, diye düşünmekteyim.