• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.89
  • ...
İç siyasette sıkışan Trump seçim öncesi söylemlerinin tam aksi istikamette hareket ederek ilk dış gezisini bir İslam ülkesine, Suudi`ye gerçekleştirdi. Burada gerçekleştirdiği 350 milyar dolarlık devasa ekonomik anlaşmanın yanı sıra “Arap-İslam Amerika formunda” Yaptığı konuşma, en basit haliyle Batılının İslam ve Müslümanlar hakkında taşıdığı psikolojik pervasızlığın göstergesidir. Trump burada 55 İslam ülkesi temsilcisine rahatlıkla şunları söylüyordu… “Size nasıl yaşayacağınızı söyleyemem ama geleceğinizi teröre karşı birleşerek dizayn etmelisiniz…” Tabi terörden kastı da güya “İslami terör örgütleriydi.” Trump terör tavsiyesiyle yetinmemiş, İslam dünyasını iki blok şeklinde göstererek İran(şii) bloğunu tehlikeli ilan edip tehditte bulunmuş, Suudi (Sunni !?) bloğuna desteğini ilan etmişti(Bu ABD- suudi ilişkisinde değişmeyen kaidedir.) Trump Riyad ziyaretinden umduğunu rahatlıkla elde etmiş, başta Arap ülkeleriyle, Körfez İşbirliği Teşkilatını koordine ederek tüm enerjisini(ekonomik, siyasi, askeri güçlerini) Şii hilaline karşı kullanımlarında sınırsız destek taahhüdünde bulunmuştur.
Trump`un sırayla takip ettiği durakların her biri sembolünde önem taşımakla birlikte buralarda verilen mesajlar ve alınan kararların her biri de ayrı önemde. Bu gezide bizi şaşırtmayan tek konu “ İslam aleyhtarlığıdır” Trump, Evangelist–Siyonist kadrosuyla birlikte kendi ülkesinde adeta yeni bir Haçlı seferi lideri gibi hareket ederken; Suudi`de Ümmeti resmen bloklaştırması, ardından 55 İslam ülkesine yeni bir vizyon çizmeye kalkışması manidardır. Filistin lideri M. Abbas ile tamamen protokol icabı görüşürken, Netanyahu ile Siyonist hedeflere uygun çerçevede güvenlik teminatlı toplantı yapması, akabinde görevde iken ağlama duvarını ziyaret eden ilk başkan unvanını alması, her durakta ince bir şeytanlıkla Ümmetin bir bölümünü ayırarak onu tehdit etmesi, ABD`nin O.Doğu ile ilgili yeni dönem projeksiyonunu göstermesi açısından önemlidir. 
 
Haçlı-Siyonist ittifakın mevcut hamlelerini ve ileriye dönük korkunç planlarını görünce Endülüs`ün nasıl kaybedildiği akla geliyor. Merhum Aliya İzzet Begoviç o dönem için “Endülüs`te Müslümanlar, birbirlerinden çok İspanyollarla ittifak kurmuşlardı…” der. Endülüs`ün adım adım kaybedilmesinde Müslümanların birbirlerine karşı koçbaşı olarak kullanılması kadar önemli bir etken de Müslümanların ahlaki yozlaşması, Sefahat ve merhamette İslami pratikten hızla uzaklaşmaları olmuştur.  Her gelişmeyi siyasi değerlendirmelerle ele alanlara kıyasen İslami yaşam pratiğini bir tık öne almayı tercih etmiştir. Filozoflarla Peygamberler arasındaki farkı soranlara cevaben “Filozoflar teorisyendir, Peygamberler ise hem teorisyen hem de pratik ehlidir “ denmesinin bir nedenin de ilahi kaynaklı dinlerin pratik eksenli oluşlarına vurgudur. İslam Dünyasının Batılılar karşısında yaşadığı mağlubiyetlerinin temelinde de işte bu pratiğin tersyüz edilmesi gerçeği bulunuyor. 
 
İslam`ın temelini iman(akide), binasını ise güzel ahlak ve ibadetler(imani pratik) oluşturur. Bina çürük olduğunda temel ruhsuz kalır. Bugün İslam Dünyasının hali Moğolların Bağdat`ı çiğnediği, Endülüs`ün kaybedildiği dönemlere ne kadar da benziyor!