Ömerleriniz Yoksa!
Daha önce yazdığım bir yazımda “Ebu Bekirleriniz Yoksa!” demiştim. Bugün ise Ömerleriniz…
Çünkü gelişen ve değişen her ortam ve şartlara göre yeni kişilikler, yeni donanımlar ve yeni yöntemler barındırmak zorundasınız. Aksi takdirde ayakta kalmanız mümkün değildir.
Ahlak ve yumuşaklıkta Efendimiz(a.s.v) parmakla gösterilecek en güzel beşer olduğu gibi cesaret, cihat, hakkın tesliminde de kaşlarının arasındaki damarın kabardığını bildiğimiz de yine aynı mükemmel insandır. Üstünlüklerini davranışlarındaki zenginlikten ve Allah’ın seçkin kulu olmaktan alan bir İnsan… İşte diyoruz ki; bir hareket, şahs-ı manevisinde bu zenginlik ve çeşitliliğe sahip değilse ayakta kalamaz. Neden mi?
Kendini beğenen ve ilim okumuş bir grup gencin okuma-yazma bilmeyen bir kaptanla gemi yolculuğunu bilmeyenimiz yok sanırım. Gençler ilim sahibi olmanın kibri ile kaptanı tiye alınca, kaptan da fırtınanın kopacağını anladığı bir esnada onları yüzme bilmemekle tiye almıştır. Çünkü hayatta kalabilmek ve ilmin işe yaraması için yüzme bilmek şart olmuştur.
Bu yüzden bir hareket birçok vasfı bedeninde barındırmalıdır. Ebu Bekirler, gibi Alilerin ve Ömerlerin de içinde olması şarttır. Yeri gelir sürekli Ebu Bekirlerin ismini duyarsınız; çünkü o şartlara en elverişli isim odur. Ama yeri gelir Ebu Bekirlerin ismini hiç duyamaz, sadece Ömerleri duyarsınız. Çünkü değişen her şartın bir kahramanı vardır. Bu anlattıklarımı bilmeyenimiz yok gibidir. Ama bu çeşitliliği Efendimiz(a.s.v) gibi küstürmeden bünyesinde barındırıp yeri geldiği zaman sahaya sürenlerimiz de çok değildir. İşte idare etme ve yönetmedeki sanat burada kendisini göstermeye başlar.
Peki! Neden Ömerler diyoruz? Çünkü bugün liderlerin sahaya süreceği Ömerlere ihtiyaç vardır. Özellikle siyerde karşımıza çıkan Ömer(r.a) profili; hiçbir zaman ve şartta küfrün sesinin, hakkın sesinden bir zerre bile daha imtiyazlı, daha üstten ve daha yüksek çıkmasına tahammül etmez. Çünkü Siyerdeki Ömer(r.a), namazdayken bile Firavun’un kibrine cevap veren bir Ömer’dir. Zalim meydanda mı; öyleyse hak da meydanda olmalı. Küfrün sesi gür mü çıkıyor; öyleyse hakkın sesi daha gür çıkmalı.
Evet! Siyerdeki Ömer, öyle bir Ömer’dir ki; Uhud Savaşı’nda Ebu Süfyan; “Yaşa Hubel, büyük Uzza!” diye bağırırken; cevap vermek ve hakkın üstünlüğünü haykırmak için patlamaya hazır bir bomba gibi zor kendini tutan ve Efendimizin emriyle hakkın üstünlüğünü haykırarak dağları inletiveren bir Ömer’dir. O Ömer, öyle bir Ömer’dir ki hicret esnasında kimse Müslümanlara “korktukları için hicret ettiler” demesinler diye kılıcını kuşanarak meydan isteyen bir Ömer’dir.
Bu yüzden özellikle küffarın sesinin gür çıktığı, Müslümanların daha çok horlandığı, gasıpçı batıl ideoloji taraftarlarının kendilerini ev sahibi, Müslümanları da kiracı olarak gördükleri, onları horladıkları, ölülerimizi aşağıladıkları ve batıl putların üstünlüğünü haykırdıkları şu zeminde, inancın ve hakkın üstünlüğünü iş ortamlarında, okullarda, evlerde, meydanlarda kısacası; insanın olduğu her alanda gerek çalışarak, gerek becerilerdeki(sanat, müzik, bilim, teknoloji, hitabet…) maharetleriyle, gerek konuşmalarıyla, gerek üretimleriyle gerek fiili ve kavli mücadelelerde en iyi ve en gür şekilde haykırmak zorundayız. Kısacası Ömer olmanın, haykırmanın sinirsel hassaslaşmanın en çok gerektiği bir evredeyiz. Eğer burada Ömer olmazsanız, yarın hiç olamazsınız, Allah muhafaza.
Selam ve dua ile