Anlaşmalar ve Felaket Senaryoları
Resulullah(a.s.v) Medine’ye geldiğinde ciddi bir Yahudi fitnesiyle karşı karşıya kalmıştı. Hem düşmanı aleyhte kışkırtıyor hem de oturdukları her mecliste Müslümanları, liderini (a.s.v) ve hanımlarını çekiştirip duruyorlardı. Efendimizin yüzüne karşılık, “essamu aleykum” (ölüm senin üzerine olsun) diyebilecek kadar ileri gidebiliyorlardı.
Zaten ilahi kitapta bu topluluğun geçen en büyük vasıflarından biri de kelime cambazlığı değil midir? “Hıtta” yerine dillerini bükerek “Hınta” diyen, “raine” deyip gülüşen ve ağızlarında kelimeleri devenin geviş getirmesi gibi eveleyip duran ve manalarını çarpıtan bu topluluk değil midir?
Evet, bu topluluk o kadar aşırı gitti ki, Efendimiz ve ashabı tahammül konusunda zorluklar yaşıyorlardı. İlahi emir de onları sürekli sabra davet ediyordu. Ki fitne ve pisliklerinin sonucu halka iyice ayan beyan olsun. Hem onlara tahammül ederek İslam’ın merhamet, davet ve iyi niyetliliği işleniyor, İslam’ı tanımaları için fırsatlar sunuluyor hem de toplum nezdinde İslam’ın aleyhine oluşabilecek düşüncelere set çekiliyordu. Eğer bu sabır yönü olmasaydı, yapılacak olan suikast ve girişimler İslam’ın üzerinde bir fitne bulutu olarak gezecekti.
Yahudilerin kaşımalarıyla bazı cinayet ve savaşların acı sonuçları ortaya çıktıktan sonra suikastlara ve müdahalelere izin verildi. Örneğin; Kab b. Eşref gebertildiği zaman kavmi, aralarındaki anlaşmalara atfen Efendimizden hesap sormaya geldiklerinde Efendimiz (a.s.v) bir nevi Kab b. Eşref’in dosyasını önlerine serer. Bu dosyanın içinde Kab’ın İslami hareketin öncülerine suikast tertibat ve girişimleri bile vardır. O zaman boyunlarını büküp giderler.
Bu yaşananlar aralarında anlaşma olan bir tarafla olduğu için dikkate değerdir. Bu anlaşmalar da basit anlaşmalar değildir. Evs ve Hazrec’in yaptıkları anlaşmaların üzerine, Efendimiz (a.s.v) de bunlarla yeni anlaşmalar yapmıştır. O günün şartlarını düşündüğümüzde; kuyumculuk yapan, pazarların(aynen günümüz gibi) ve bir devletin ekonomisini ellerinde bulunduran anlaşmalı bir taraftan bahsediyorsak işin rengi daha fazla değişir.
Müslümanlar temiz su almak istediklerinde bile yüksek bedellerle ancak kuyulardan su çekebiliyorlardı. Aynen günümüzdeki vahim tablo gibi… Yani anlayacağınız içecekleri suya kadar ekonomi Yahudilerin elindeydi. Kur’an-ı Kerim’de bunların altın buzağı tapıcılığından ve kurban etmeleri istenen altın(sapsarı) rengindeki öküzden anlaşılacağı gibi bunların dünya ve para sevgileri onları gittikleri her yerde ekonominin baş belası haline getirmişti. Yani Medine İslam Devleti’nde bunlara suikast düzenlemek(ki birden fazla kişiye yapılmıştır) ve bu kabilelerle karşı karşıya gelmek devletin ekonomik olarak ciddi bir krizle karşı karşıya kalması demekti. Bugün İslam dünyasını hatta tüm dünya ülkelerini bunlara karşı adım atmaktan alıkoyan da Yahudilerin bu vasıfları değil midir? Bunlarla olan anlaşmaları bozmak bir tarafa zıtlaşma düşünceleri bile ciddi ekonomik kriz ve korkulara yol açmaktadır. Bir yöneticinin dünyasında bunun adı da felaketten başka bir şey değildi.
Medine’de Müslümanların topluluk olarak karşılaştıkları ilk topluluk olan Kaynukaoğulları teslim alınıp etkisiz hale getirildiğinde. Abdullah b. Ubey b. Selül tüm çirkefliği ile bunların kendilerinin anlaşmalıları olduğunu ve bunları idam etmekle başlarına büyük felaketlerin geleceğini, dile getirerek Efendimize (a.s.v) mani olmaya çalışmıştı. Bunun üzerine de başka bir anlaşmalı olan Ubade b. Samit bu anlaşmaları, Yahudilerin dostluklarını reddederek ve Allah ile Resulünün dostluğunu tercih ettiğini dile getirerek Efendimize (a.s.v) moral vermeye çalışmış ve tarafını belli etmişti. Bunun üzerine; “Kalplerinde hastalık bulunanların “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün. Belki de Allah müminlere katından bir fetih veya başka bir başarı getirir de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar…” (Maide/52) “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir… Kim Allah’ı, O‘nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.” (Maide/54-56) ayetlerini indirmiştir.
Onca anlaşma ve felaket senaryolarını bu ayetler gözümüzün önündeyken neye ve kime gerekçe olarak ileri süreceğiz acaba?
Selam ve dua ile.