Mescid-i Aksa ancak İsmaillerinden vazgeçene aşıktır!
Bu dünyada sahip olduğumuzu zannettiğimiz, kıymet verilen ve sevilen her şey bizim ‘İsmailimiz’dir.
Ama her İsmail’in yürekte kurban edilmesi gerektiğini unutarak yaşayıp duruyoruz. İsmaillerin birer emanet olduğunu ve imtihan olarak verildiği gerçeğinden sıyrılarak!
Daha büyük bir ticaret için kullanılması gereken bir yatırım aracı olduklarından gaflet ederek!
Halbuki İsmailler feda edilmeden ne o İsmailler bize bağışlanacak ne de lütuf ve ihsan kurbanlıklarına nail olacağız. Bu yüzden Hz. İbrahim, İsmail’inden Allah için vazgeçince Allah hem O’na(a.s) İsmail’ini hem gönüllere ferahlık ve sevinç kaynağı olan ‘Kurbanlığı’; oğul ve torunlarına da yeryüzünün ilk mabedi olan Mescid-i Haram’ın ve ikinci mabedi olan Mescid-i Aksa’nın müdavimliğini bahşetti.
Yani yeryüzünün ilk mabedleri olan bu yapılar birbirlerinden; dolayısı ile Hz. İbrahim(a.s) ve kurbanlığı İsmail’inden bağımsız düşünülemez. Bu yüzden Mescid-i Haram’ın müdavimi iki kurbanlığın oğlu olan Hz. Peygamberimiz(a.s.v), Mescid-i Aksa’ya oradan da göğe yükseldi. Yani her iki mabede giden yol da İsmaillerin kurban edilmesinden geçer. Vallahi gerisi boş hikayeden başka bir şey değildir. Mescid-i Aksa’ya ulaşmanın yolu ancak ve ancak budur. Ne güçtür ne de kuvvettir! Aksa ancak İsmaillerinden vazgeçenlere yar olur, ancak İbrahimlerle özgürleşir, ancak İbrahimleri yüreğine basar ve ancak onları kollarıyla gök ehline sunar.
Bu ümmet, peygamberlerini örnek almak zorundadır. Peygamberleri Aksa’ya nasıl varmışsa, o yolla Akya’ya yürümek zorundadır. Şimdi soruyoruz; ey ümmet! Gerçekten Aksa’ya varmak istiyor musun? İstiyorsan İsmaillerinden, oğullarından, mallarından, ticaretlerinden, kazançlarından, koltuklarından, aşklarından, sevdalarından, eşlerinden, babalarından, kardeşlerinden ve meskenlerinden vazgeçebilecek ya da vazgeçmeye hazır mısın?
Aksi takdirde ne Mescid-i Aksa’ya varmayı ne orada Miraç hayalleri kurmayı ne de İsmaillerinin sana bahşedileceğini aklının ucundan bile geçirme! Çünkü;
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez.”(Tevbe 24) İlahi fermanı o hayallerini allak bullak edecektir.
Bugün Mescid-i Aksa’nın yiğitlerinin; “Bizler yardımı Allah’tan istiyoruz. Allah da, kim layıksa ona bu görevi verecektir. Ona Aksa’nın yollarını açacaktır.” Sözleri olayı ne kadar da güzel özetliyor değil mi?
Bu sözler Muhammedi tornadan çıkmış sözlerdir. Hz. Resul-i Ekrem(a.s) on yıl boyunca gece gündüz her türlü işkence ve hakarete maruz kaldı. Yıllarca boykota maruz kaldı, her şeyini bu yola feda etti. Günlerce aç kaldı. Bazen yemek için yarım hurma bile bulamadı. En sonunda sevdiklerini bu yolda tek tek toprağa verdi. Yaşadığı yerde hayat hakkı tanınmayınca Taif’e gitti. On yıl boyunca yaşadığı dramdan daha büyük bir dramla karşılaştı. Evine dönmek istedi, buna engel oldular. Yaşadığı her dakika ve her saniye hüzünle doldu. Ama O(a.s.v); “Olsun, Allah eğer benden razıysa gam yemem.” Diyerek İsmaillerinden vazgeçmekten bir an bile pişman olmadı. İsmaillerini bu denli feda eden ve hüznü hücrelerine kadar yaşayan bir peygambere Mescid-i Aksa kollarını açtı ve oradan gök ehline sundu. Öyle ki hüzünleri mutluluğa gark oldu.
Yani ey Ümmeti Muhammed(a.s.v)! Vallahi ileri sürdüğün hiçbir mazeret kabul edilmez. Aksa’ya varmadan da hüznün ferahlığa evirilmez. Yükselişin için Aksa’dır ancak Merkez. Aksa da İsmaillerini feda edenden başkasını kabul etmez.
Selam ve dua ile