Bu sevda hiç karşılıksız olur mu?
Haydi Dostlar! Diyarbakır Kutlu Doğum Etkinliğine Koşalım.
Uzun ve karanlık geceler, yerini aydınlık günlere bırakmaya hazırlanıyordu. Üşüyen güneş ışıkları, beyaz bir çarşafa bürünen dağların yüreğine dokunarak karları eritmeye başlamıştı. Damlacıklar derelerde buluşarak şırıltılarla halaya durmuş; dağlar da, eriyen kar kütleleri ve yeşeren rengarenk çiçeklerle bayramlık fistanına bürünmüştü. Kuzular çobanların ıslıkları eşliğinde dansa durmuş, yemyeşil otların üzerine kümelenmiş papatyaları andırıyordu.
Kısaca tüm yeryüzü bayrama durmuş, gönüller sürur ile dolmuştu. Yalnız bu sürur ve neşenin tek kaynağı tekrardan doğanın yeşermesi değildi. Çünkü o kutlu Nebi (a.s.v)’nin doğum ve insanlığı şereflendirme günleri de yaklaşıyordu. Her sene doğanın yeniden doğarak rengarenk çiçeklerle coştuğu bu günlerde; “Anamız, babamız sana feda olsun, ya Resulullah (a.s.v)!” sloganları ve rengarenk tevhid bayrakları ile meydanlar coşmaya başlıyordu...
Yalnız öyle biri vardı ki; yüreklerin kıpır kıpır olduğu böyle bir dönemde, bir çocuğun en çok sevdiği oyuncağını yitirmesi gibi mahzun ve yalnızdı. Bir dağın zirvesine oturmuş bakışları ile uzakları bir hançer gibi kesip duruyordu. Hayaller ve ellerin bağlandığı gerçekler… Gökyüzünde kanatlansa da ayaklar yerde… Tatlı rüzgar, müşfik bir anne gibi saçlarını okşasa da boyunlar bükük… Özellikle de Mehmet Göktaş Hoca’nın Diyarbakır Kutlu Doğum Etkinliği’nde kullandığı; “Ey Peygamber Aşıkları! Bu kaldırımlar ve bastığınız bu yerler dile gelecek ve lehinize şahitlik edecek!” şeklindeki sözleri aklına geldikçe hüzün denizinde daha da derinlere dalıyordu…
Çok az bir parası vardı. Ne arabaya verilir ne de yol alınırdı. Günlerce nasıl olabilir diye düşünüp taşındı. En sonunda cesaretini topladı ve; ”İman varsa imkan da vardır. Mesele sevdaysa bedelsiz olmaz ve olmamalı.” Diyerek çok riskli bir karar almıştı. O gün gelip çattığında Peygamber Sevdalıları Vakfı’nın çok az bir ücretle halkı Diyarbakır’a seferber ettiğini öğrenip, yola revan olmuştu. Yürekler salavat ve tekbirlerle coşup, gözyaşları sel olduktan sonra. Geri dönüş başlamıştı. Planı Diyarbakır’ın Dicle İlçesi’ne, oradan da ücretine göre minibüslerle Dicle’nin bir köyüne geçip, on km’ye yakın bir yolu da dağlardaki geçitlerden yayan geçerek Elazığ’ın bir köyüne ulaşacaktı. Yalnız bahar dönemleri özellikle operasyon dönemleriydi. Büyük dağların tepesine kurulan karakollardaki termal kameraları etrafı tarayıp duruyor, arada bir karakollardan top atışları yapılıyor, dağlar büyük silahlarla taranıyordu. Risk büyüktü…
Diyarbakır’dan Dicle İlçesi’ne vardığında hava kararmak üzereydi. Köy araçları kalkmıştı. Öyle ya bedelsiz olmazdı. Hemen ticari bir taksiye yöneldi. Parasıyla nereye kadar götürürse artık... Terörün zirve olduğu ve dağların termal kameralarla taranma riski bir tarafa. Gece o korkunç dağlarda yol iz bulmak ve engerek yılanları ile dolu geçitlerden geçmek de ayrı bir riskti. Taksici kendisine dönerek arabanın arızalandığını söyleyince, kalbindeki korku artmaya başlamıştı. Kendi kendine; “ Şimdi ben ne yapacağım?” diye mırıldanmaya başlamıştı. Endişeler içinde bir bakkala yönelip, araç bulup bulamayacağını sormaya karar vermişti. O bölgelerde herkes kendisini dedeler ve babalar üzerinden tanıtırdı. Dedesinin ismini söyleyince, bakkalın yüzünde bir tebessüm belirmiş ve beklemesini istemişti. Telefonla birisini aradıktan sonra, beklemesini istedi. Elli beş yaşlarında şalvarlı sakallı dağ gibi bir adam arabası ile gelmişti. Ne kadar parasının olduğunu sorduktan sonra hemen yakıt istasyonuna yöneldiler. O gencin parasıyla yakıt yükleyecek ve sonra da yürüyerek geçmeyi düşündüğü bir dağın dibinde indirecekti.
Arabada ilerlerken laf lafı açıyordu. Meğer ki; Hacı Amca da o gün Diyarbakır Kutlu Doğum Etkinliği’ne katılmıştı. Derken adam yakıt istasyonuna uğramadan hemen geri döndü. Düşüncesi değişmiş gibiydi. “Yakıta gerek yok!” demişti. Gencin istediği sınır dağlarının dibine geldiklerinde güneş batmaya başlamıştı. Gencin dudakları ürkekçe; “ Hacı amca! Ben burada ineceğim!” diyerek kımıldamaya başladı. Şoför;” Seni burada indirir miyim, o kadar akılsız mıyım? Dağların toplarla, silahlarla tarandığı ve terörün zirve yaptığı bu dönemde buradan geçmene müsaade eder miyim?” diyerek karşılık verdi. Genç duygulanmıştı. Bir saate yakın uzaklıkta olan bir anayola bırakacak ve genç oradan rahatlıkla köyüne geçecekti. Genç yolda, elinde tuttuğu parasını şoföre uzattıkça şoför geri çeviriyordu. “ O parayı almayacağım. Almam mümkün değil!” diyordu. Genç şaşkınlık içinde ısrar etmeye başlayınca Hacı Amca;” Oğlum! Dün gece bir rüya gördüm. Bugün seni götürmeme işaretti. Bu yüzden o parayı almayacağım. Boşuna ısrar etme!” dedi. Bu sözlerin üzerine, Rabbine ve Efendisine olan bu bedelli sevdasının karşılıksız olmadığını anlayan gencin yanaklarından gözyaşları süzülmeye başlamıştı…
Yaşanmış gerçek bir olay olan bu hikayenin bize öğrettiği tek bir gerçek var. O da; haydi Peygamber Sevdalıları! Diyarbakır Nevroz alanı sizleri bekliyor.
Selam ve dua ile.