Hem Güler, Hem Ağlarım!
Hz. Ömer(r.a) efendimiz; “Cahiliye döneminde iki şey vardır ki, biri aklıma geldikçe çok gülerim, diğeri aklıma geldikçe de ağlarım. Helvadan putlar yapar ve sonra acıkınca da taptığımız putları yerdik. İşte buna gülerim. Bir kızım vardı. Diğer insanlar gibi ben de onu toprağa gömdüm. Yalnız gömerken kızımın bana olan çağrıları aklıma geldikçe de hıçkıra hıçkıra ağlarım” demiştir.
Cahiliye, insanı insan olmaktan çıkaran ve hayvandan daha aşağı bir hale sokabilen maraz, hastalık ve karanlık… Öyle bir karanlık ki beyinler dumura uğramış ve tüm keskin görüşler bağlanmıştır.
Bundan dolayıdır ki Ayet-i Celile’de; “… O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır...” (Araf 157) buyrulmuştur.
Cahiliye karanlığı içinde olanlar, öyle bir medenilik ve yenilik benliğine kapılmışlardır ki, söylemlerindeki basitliği, beyinlerindeki tortulaşmayı ve tıkanıklığı, basiretlerdeki körlüğü ve üzerlerindeki zincirleri bir türü anlayamaz ve kavrayamazlar. Bu yüzden üzerlerindeki zincir ve ağırlıkları tarumar etmek için gönderilen neferler gericilik, terörizm ve fitnebazlıkla itham edilmişlerdir. Firavun doğan bebekleri paramparça edecek ve sonra da Hz. Musa’ya bozguncu diyecekti. Ebu Cehil çetesi eskilerin masalları diye El Emin(a.s.v) olanla alay edip gericilikle yaftalayacaktı. Çünkü onlar medeniyetin zirvesinden(!) hak mesaj sahiplerini sürekli bu şekilde görmüşlerdi ve hala bu şekilde görmeye devam etmektedirler.
Hz. Ömer(r.a) efendimizin cahiliye tablosunu anlattığı gibi hem gülünecek hem de ağlanacak hallerine rağmen.
Evet, döngü hep aynı olacak ya! Birileri bu aşağılamayı yaparken diğer taraftan her yıl Avrupa ve ülkemizde çağdaşlık, medenilik ve akılcılıkta nirvanalara ulaşan nice kimseler de, İslam’ın nuru ile tanıştıktan sonra övünç duydukları eski hallerinin aslında ne kadar da basit, gülünç ve acı olduğunu haykıracaktır ve haykırmaktadır.”
İslam ile tanışan yüz binlerden Hz. Ömer(r.a) gibi zamanında övünç duydukları geçmişin ne kadar da komik ve acı dolu olduğunu duyacaksınız. Yabancısıyla yerlisiyle.
Nasıl hem acı hem de gülünç olmasın ki? Sanat adı altında eşinin gözleri önünde başka birisiyle sarmaş dolaş olanları ve buna alkış tutanlardan tutun da bizim Kadife İşlek(eşek) gibi yerlerde debelenenlere Dünya’nın harikulade dansçıları deyip, onlara servetler akıtanlara ve bunu uzaya yolculuk yapmakla eş değer gören ve akıl tutulması yaşayanlardan mı bahsedelim? Yoksa evlenmeden gebe kalıp sonrasında evlenip birkaç ay sonra boşananları, sonrasında aile ve akraba kavramını bilmeyen evlatları mı anlatalım? Evet hangisinden bahsedelim. Bu evlatlar da çağın toprağa gömülen ve inim inim inleyen çocukları değil midir? Bu çocukların ana ve baba feryatlarını kaçımız duyabiliyoruz?
Evet, örnek aldığımız çağdaş ve medeni batının, kendi mahallesindeki ölüleri için; “Bunlar mavi gözlü, sarı saçlı… Burası Ortadoğu değil” diyenlerden mi; yoksa bir sokak köpeğini bir insan hayatından daha önemli gören zihniyetlerden mi bahsedelim? Hangisine ağlayalım hangisine gülelim?
Gerçi onlar kendileri ile övünç duysa da biz üzülüyoruz. Evlat sahibi olmak yerine gece gündüz altını temizlediği, stresten uzaklaşması için saatlerce hava aldırdığı ve sonrasında da kimsesi olmadığı için milyon dolarların miras olarak bir köpeğe kaldığı gülünç ve zavallı bir dünya!
Sorsan hepsi de medeni, çağdaş ve ilerici. Allah’ın izniyle İslam ile tanıştıktan sonra hem ağlayıp hem gülecekleri şimdiki hallerine ise biz sadece ağlarız. Keşke anlayabilseler!
Selam ve dua ile