• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

  Doktorların ve psikologların, hastaların iyileşmesi için şiddetle tavsiye ettikleri en önemli tedavi yollarından biri şüphesiz ‘Seyahat’tir. Öyle ya! Boşuna; Seyahatte ve tebdili mekânda sıhhat vardır, dememişler.

 Kuşkusuz her dönem ve şartta buna ihtiyaç duyulmuştur. Birçok hastalığın sebebi; bunalım, stres ve kafa bulanıklığı gibi psikolojiksel illetler olunca sükûnet ve tefekküre ihtiyaç kaçınılmaz olur. Demek ki cisim ve beden sağlığı ruh sağlığından bağımsız değildir. Öyleyse ruhi arızların sıhhati için seyahat şart!

 İşin ilginci Allah’u Teala Tevbe Süresi’nin 112. Ayetinde Müminlerin vasıflarından bahsederken “ Essaihune(seyahat edenler)” şeklinde vermiştir. Yani; o Müminler ki Seyahat edenlerdir. Demek ki  manevi hastalıklardan arınmak ve sağlıklı bir Mümin profili için seyahat şart. Ama nasıl?

 Ayette geçen “ Essaihune(Seyahat edenler)” kelimesini açıklayan müfessirler, bu kelimeye birçok anlam yüklemişlerdir. Gerçi bu da Kur’an-ı Kerimin zenginliğidir. Kimi bu kelimeyi oruç tutanlar, kimi Allah yolunda sefere çıkarak cihat edenler, kimi yaşadıkları yerleri terk edip hicret edenler, kimi helak olan kavimlerin ibretlik kalıntılarından ibret alanlar, kimi de seyahatte Allah’ın en büyük ayeti olan kainatı tefekkür edenler olarak izah etmiştir. Bunların hepsi de olması gereken izahlardır. Yalnız bunlara bir yenisini daha eklemek istiyorum. O da yeryüzünde İslam için bedel vermiş davetçilerin ve şehitlerin anıtlarını gezmek ve ibret almak ve ruhtaki kirlerden arınmaktır.

 Gerçi Hac yolculuğu bunun en güzel izahlarındandır. Hacıların yaptıkları seyahat ve ziyaretler, yerine getirdikleri eylemler Tevhid kahramanı Hz. İbrahim’in(a.s) anıtları üzerinden tefekkürle, ruhu ve zihni kirlerden arındırıp tevhidi berraklığa ulaştırır. Bunun gibi yeryüzünde seyahat ederek tüm davetçilerin anıtları üzerinden tekrardan dirilişe geçmek elzemdir.

 Özellikle de bu konuda büyük bir tarihi zenginliğe sahip olan; hicret ederek Anadolu’nun İslamlaşmasına vesilen olan, cihat ederek fetihler gerçekleştiren, Bizans’ın ihtişamını iki paralık eden tüm mücahitlerin, tasavvuf ve İslam davetçilerin, atabeylerin, önderlerin ve Fatih Sultan Mehmetlerin sayısız şehitlik, türbe, tarihi mescit ve anıtlarına ev sahipliği yapan ülkemizin her karışını seyahat ederek tefekkür etmek lazım.

 Bu diyarlar nasıl ve ne tür bedellerle kefereden temizlendi? Onların kazandıkları zaferler ve bize bıraktıkları emanetler nasıl tarumar edildi ve nasıl bu hale geldi? Bunu iyi düşünmemiz gerekir.

 Bin yıllık camilere girip, bin yıllık türbelere uğrayıp verdikleri mücadeleyi görmeyişimizden, bırakılan emanete sahip çıkamayışımızdan ve halimizden utanmıyor, yüzümüz kızarmıyor ve vicdanımız  sızlamıyorsa vay halimize… Acaba acınacak bu halimize kimler acır?

 “Savaş ölünce değil; düşmana benzeyince kaybedilir.” Diye ne güzel buyurmuş Aliya İzzetbegoviç. Gerçekten de öyle değil mi? Bin yıllık mücadeleleri ve zaferleri çarçur ettik ve emaneti çiğnedik. İnsaf işi mi? Çünkü ne acıdır ki;  hem düşmana benzedik hem de benzetildik! Kendi içimizdekilerin eliyle, dile zor ama mağlup edildik…

 Onca şehit ve önder mezarlarından kalksa bu beldeler ve torunları için ne düşünür acaba?...

 Yaşlılarımız baş tacımızdır. Onların kıymeti tartışılmaz. Yalnız buradan özellikle gözbebeğimiz gençlerimize sesleniyorum. Ey genç kardeşim! Gez ve seyahat et. Çünkü içine düştüğümüz bu hastalığın en büyük ilacı; bu anıtları tefekkür edip, ruhi kir ve hastalıklardan arınıp silkelenmekten ve şahlanmaktan geçer.

Selam ve dua ile.