• DOLAR 34.321
  • EURO 37.489
  • ALTIN 3026.089
  • ...

  Özellikle 20.yy’da yaşayan alim ve İslam araştırmacıları Siyer kaynakları üzerinde tahlillerde bulunurken cihat ve şehadet konularını Mekke döneminden soyutlayıp sadece Medine dönemine hapsederek farkında olmadan büyük bir sorunun altına imza atmışlardır. 

 El hak doğrudur umumi cihat emri Medine dönemine hastır. Yalnız bu, Mekke döneminde cihadın konuşulmadığı, ruhların bu kavramlardan uzak bir dönemden geçtiğini iddia etmek tamamıyla bir faciadır. Neden? Çünkü Mekke dönemi müşriklerin Müslümanlar aleyhinde korktukları en büyük mevzu cihat mevzusudur. Ve özellikle tüm propaganda malzemelerini bu kavramın gerçekliğinden haberdar olarak hazırlamış ve buna göre mücadele etmişlerdir.

  Yani sanıldığı gibi bu düşmanlıktaki en büyük pay Mekke halkının tümüyle Müslüman olacağı ve elden çıkacağı korkusu değildi. Zaten Müslümanları işkencelerden geçiren ve inim inim inleten bir yönetim söz konusuydu. Müslümanların eli kolu neredeyse her taraftan bağlı gibiydi. Bu yüzden Habeşistan, Taif ve Medine gibi İslam’a karargahlık edecek yerlerin arayışı içine girdiler. Ama bu hicretlere rağmen müşrikler Müslümanların yakasından düşmediler. Habeş kralının huzuruna çıktılar, Medine halkına ültimatomlar verip durdular. Sebep neydi peki? Sebep sadece; “Bu adamlar, bizim emmimizin çocuklarıydı, kavimlerine ve kabilelerine zıt düştüler, onları akılsızlıkla suçladılar. Bu yüzden onları bize verin.”  Gerekçesi miydi? Asla ve kata!

 Peki asıl sebep neydi? Tabi ki Müslümanlardaki cihat ve şehadet anlayışıydı. Şöyle bir zihinleri yoklayalım; siyer kaynaklarını okuyanlar Efendimize(a.s.v) karşı suikast kararının alındığı toplantıda hapsetmek veya bir deveye bağlayıp sarp kayalıklara salmak gibi seçenekler de konuşulduğunu hatırlarlar. Bu seçeneklerin kabul görmeme sebebi, Efendimizin(a.s.v) kaçırılma ve sağ kalma ihtimali ve gittiği yerlerde ciddi bir Müslüman kitlesi edinip kendilerine karşı cihat etme korkusuydu. Bu yüzden direkt suikast ile kendilerini garantiye almak istediler.

 Efendimiz(a.s.v), daha işin başında akrabalarına İslam davetini açıkladığında amcası Ebu Leheb’in bu daveti kabul etmeme gerekçesi de tüm Araplarla savaşma endişesiydi.

  Efendimiz(a.s.v) müşrik liderlere İslam’ı kabul ederek tüm insanlara hakimiyet kurmayı garantiliyordu. Elbette ki bu hakimiyet kurmanın içinde cihat ve şehadet gibi bir durum söz konusuydu.

  Yani müşrikler Müslümanların Mekke döneminde dahi büyük bir cihat ve şehadet potansiyeli barındırdıklarını görüyor ve bu tür söylemler karşısında kendilerini garantiye almaya çalışıyorlardı. Aksine Mekke döneminde Müslümanların ruh dünyasında cihat ve şehadet şuuru ile bilenmenin olmadığını iddia etmek doğru değildir.

 Size ilginç bir detay vereceğim inşallah. Uhud savaşını okumuşsunuzdur. Orada Efendimizin(a.s.v) özellikle tüm Müslümanlara engel olarak kendi eliyle Ubey b. Halef’e attığı bir mızrak vardı. Adamın boynunda sadece bir çizik oluşmuştu. Ama buna rağmen adam korkudan devenin böğürmesi gibi böğürüyordu. “Bu çizik sana bir şey yapmaz.” Diyenlere ; “Vallahi Muhammed(a.s.v) yalan söylemez. Mekke’deyken; seni öldüreceğim diyordum. O(a.s.v) da asıl ben seni öldüreceğim. Diye karşılık veriyordu.”  Şeklinde karşılık vermişti.

 Yani değerli arkadaşlar! Efendimize daha Mekke dönemindeyken ve cihat farz olmadığı halde Ubey b. Halef’i ölümle tehdit etmiştir. Bunu neye yorarsınız bilmiyorum. Ama benim yorduğum en büyük hakikat Müslümanların Mekke döneminde dahi haşa ve kella uysal koyun olmadıklarını, cihat ruhunu dipdiri tuttuklarını ve sadece Allah’ın onları bu büyük hakikat için sabırla bekletip eğittiğini ve asıl büyük güne hazırladığını anlıyorum. Bu yüzden Mekke’de cihad ruhunun oluşmasını da konuşmadığımız zaman, sorunlar kaçınılmaz olur.

 Yani şunu diyorum; Medine dönemlerine daha ulaşamayan veya öyle zannedip defter ve kitaplarından şehadet ve cihat anlayışlarını çıkarıp, gençleri ve fertleri bu ruh ve büyük hakikaten mahrum büyütüp kuzulaştıranlar, sanmasın ki büyük bir gayeye hizmet ediyorlar. Çünkü o aşk ve ruh bedenleri kaplamalı ki, ansızın yaşanan Medine dönemlerinde, Yevmul Furkan olan Bedir Savaşı’nda olduğu gibi Müslümanları gözlemlemek için gönderilen gözlemciler şeytanlarıyla buluştuğunda; “Vallahi sayıları azdı; ama gözler ölüm kusuyordu. Sizden birisini öldürmeden ölmeyecek gözler gördük.” Desinler.

 Aksi halde, Mekke döneminde cihat ve şehadet ruhundan yoksunlaştırdığımız fertler; ansızın maruz kaldıkları çatışma durumlarında kurbanlık koyun gibi doğranmaya mahkum olacaktır. Allah muhafaza!

 Mekke döneminde cihat ve şehadet ruhuyla bilenmiş ve zalimin zulmüne maruz kalarak şehadet şerbetini içen 6-8 Ekim şehitlerini(Yasin Börü ve arkadaşlarını) rahmetle yad eder ve zalimin ciğerine korku salan zamanın aslanları dava arkadaşlarını saygıyla selamlıyorum.

 Selam ve dua ile.