Biz Kötü Onlar İyi Öyle mi?
“Hocam biliyor musun, buradaki insanlardan ve hayattan çok yoruldum! Hırsızlıktan, arsızlıktan, hak bilmezlikten ve bencillikten… Kaçıp gitmek istiyorum! Genç zamanlarım olsaydı Kanada, Avustralya ve batı ülkelerine yerleşirdim. Oralarda insana verilen değere imreniyorum.”
Başka bir zaman ve zemin ama hikâye aynı; “Hocam ülkemizdeki Müslümanlara İslam’ın beş şartını “say!” desen; çalmak, çırpmak… Falan adamlar Müslüman olmamasına rağmen daha dürüst ve adil…”
Kötüyüz, hırsızız, yalancıyız, benciliz, zalim ve kişiliksiziz! Bize reva görülen kavramlar. Batı için veya batı ülkeleri için reva görülenler ise hayal dünyamızın ulaşılması zor cennet huzmeleri!
Biri kara, biri iyi! Ama onların dünyasında iyi olan biz değiliz. Her türlü platformda bu mesaj verilmeye çalışıldı. Bizim kahkahayla güldüğümüz sinema filmlerinde bile temiz Anadolu insanı, görgüsüz ayı; batı ise, medeni insanı oynayıp durdu. Fransızca, Türk Filmleri’nde medeniliğin ve kibarlığın üst dili olarak karşımıza çıktı…
Hani daha önce de demiştik ya; “Akıllıya kırk defa deli desen, deli olur.” Koşullandırmasıyla bizi kötü olduğumuza ve batının iyi ve güzel olduğuna inandırmaya çalıştılar.
Oyun o kadar net ki; ama oyunun zemin ayağı olan kardeşlerimiz olaydan bihaber. Bizi yıllarca kendi kültürümüzle çatışmaya sevk eden, kültür ve değerlerimize düşman eden ve buna karşılık sürekli batılı değer ve yargıları topluma zerk eden bir oyun! Dilimiz bile bu oyundan kendisine düşen payı almaktan kurtulamadı. Meşhur edebiyatçılar da; batıya hayranlıklarını edebi kalemleriyle ilmek ilmek işleyerek bir taraftan bu oyuna alet olup, diğer taraftan ise kendi dillerinin batılı kavramlar arasında eriyip gittiklerine yanıp dursunlar! Bu da ayrı bir konu, yalnız fazla dallandırmadan meseleye dönelim.
Hani biz kötü batı iyiydi ya! Şimdi biraz da batıya bakalım gerçekten hayalleri süslediği kadar var mı?
İlk önce hayaller ülkesi Kanada’dan başlayalım.
Tarafsız ve adil Kanada! Ermenilerin yaptığı zulmü görmeyip, Ermeni Soykırımı yalanını kabul etmesinden mi başlasak, yoksa Kanada’da hortlayan İslamofobi’nin arabasıyla ezdiği küçük çocukların da bulunduğu aileden mi? karar veremedim.
Medeni Fransa! 1 milyona yakın insanın katledildiği “Ruanda” katliamından mı, sömürdükleri ülkelerden mi, kültürel linçe tabi tuttuğu milletlerden mi, kurduğu onlarca köle insan ticareti merkezlerinden mi, bir buçuk milyar insanın değer yargılarına her türlü hakaretin fikir hürriyeti görülmesinden mi, İslami değerlere yönelik açtığı savaştan mı yoksa İslam aleyhinde öne sürülen saçma sapan tekliflerinden mi başlasam onu da bilemedim.
Demokrasi ve özgürlük havarisi(!) ABD’ye girmeyelim bile diyorum, ne dersiniz? Çünkü içinden çıkılacak gibi değil.
Hangisini işleyelim dostlar? Savaştan kaçarak tel örgülere sığınan mültecilere atılan tekmelerden mi, bebekleriyle denizlere açılmış mültecilerin ülkelerine alınmayıp, dalgalara mahkum edilmesinden mi, kıyıya vuran Aylan bebeklerden mi, Batıda kaybolan(!) on binlerce mülteci çocuktan mı? yoksa…
Neyse defterler kabarık, birkaç satırlık sayfa bunların o temiz maskeli yüzlerini yansıtmaya yetmez!
Ama yine de oyuna alet olup; “Biz kötü, onlar iyi!” demeye devam edelim(!)
Ha! Elbette dört dörtlüğüz demiyorum. Yalnız bardağın dolu tarafına baktığımızda ya da boş olan kısımları karşılaştırdığımızda nasıl bir cinayet işlediğimizi fark edeceksiniz.
Çocuklara okuduğumuz ve okuttuğumuz “Öküze Özenen Kurbağa” hikâyesi aklıma geliyor. Hani “Öküz bu kadar mıydı, şu kadar mıydı?” deyip kendisini şişirdikçe şişiren ve en sonunda da patlayıp etrafa parçaları savrulduğunu konu edinen hikâye.
Kendi toplumuna, insanına ve değerlerine sürekli veryansın edip şirin ve büyük(!) batıya özenmenin bizi yaklaştırdığı son da bundan farksız değildir. Allah muhafaza.
Selam ve dua ile