Resulullah(S.A.V) 21. Yüzyılın Uhud’u Avrupa’dan Bize Seslense!
Uhud Savaşı’nın birinci yarısında düşman ağır bir yenilgi almış ve dağılmaya yüz tutmuştu. Ama taktir-i ilahi gereği, Müslümanlar büyük bir sevgi ve sadakat sınavından geçiyorlardı. Aniden savaşın akışı değişmiş, Müslümanlar büyük bir darbe almış ve dağılmaya başlamışlardı. Peygamber Efendimiz(a.s.v) miğferine büyük bir darbe almış, dudağı kanamış, mübarek dişi kırılmış ve yüzü kanlar içerisinde bir çukura düşmüştü. Etrafında çok az bir grup kalmıştı. Hz. Resul-i Ekrem(a.s.v) arkalarından sesleniyor, kendisine, yardıma ve cennete davet ediyordu. Büyük bir sevgi ve sadakat testi veriliyordu.
Savaşın başında taşlara basıp kendisini büyük göstererek ve ağlaşarak savaşa alınmak için can atan, şehadet yarışına giren ve Resulullah(a.s.v) ile beraber savaşmayı şeref bilen gençler lebbeyk nidaları ile nebevi çağrıya karşılık vererek Efendimizin etrafında etten bir duvar örmüşlerdi.
Musab b. Umeyr budanan kollarını dert etmeden İslam sancağına sarılmış ve Efendimizin verdiği görevi yerine getirmenin mutluluğu ile şehadet şerbetini içmişti. Abdullah b. Cahş ellerini açmış, bu yolda paramparça olmak için şehadet dualarına durmuştu. Sad b. Ebi Vakkas Efendimizin kendisi için söylediği; “At ya Sa’d! Anam babam sana feda olsun.” Sözünün aşkı ile adeta cezbe hali yaşıyordu.
Düşman büyük gruplar halinde saldırıyordu. Efendimiz(a.s.v); “Kim bunlara karşı duracak?” dediğinde her seferinde Vehb b. Kabus düşmana bir kabus gibi çöküp kaplan gibi pençelerini saplıyordu. Düşmanı Resulullah’a(a.s.v) yanaştırmamaya ahdetmişti. O kadar çok savaştı ki, en sonunda düşmanın arasında vücudu paramparça edilerek şehadet şerbetini içivermişti. Sırada Talha b. Ubeydullah vardı. Nebevi çağrıya icabet ederek; “Ben savaşırım Ya Resulullah.” Diyerek kendini düşmanın kılıçlarının arasına atmıştı. Gelen oklara vücudunu siper ederek Efendimizi muhafaza etmeye çalışmış ve onlarca yara almıştı. Bir bayılıyor bir kalkıyor, tekrar öne atılıyordu. Öyle ki Efendimiz(a.s.v) onun için; “Kim yeryüzünde yürüyen bir şehit görmek istiyorsa ona baksın.” demişti. En güçlü düşmanın kalbine korku salan, savaş meydanlarının korkusuz aslanı İmam Ali, öyle çarpışıyordu ki; önüne geleni Zülfikar ile biçiyordu adeta. Sadece gençler mi? Genç-yaşlı, kadın-erkek çağrıyı duyan seferber oluyordu. Resulullah’ın(a.s.v) çağrısına lebbeyklerle icabet eden Nesibe Hatun; eline aldığı kılıçla bir kartal gibi düşmanın içine dalmış ve ciddi yaralar almıştı. Enes b. Nadr öyle yaralarla şehit olmuştu ki ancak parmaklarından kim olduğu teşhis edilebilmişti. Savaşın acı haberini alan Abdullah b. Mektum görmeyen gözlerine rağmen kendisinin Uhud istikametine çevrilmesini istemişti. Kadınlar yalın ayakla savaşmak için Uhud yollarına revan olmuştu.
Hz. Hamza; Müslümanlar için Allah’tan af ve özür dileyip, kendi bedenini feda etmişti.
Evet Uhud, saldırılar altındaki Resulullah’ın(a.s.v) çağrısının, sevginin ve sadakatin evrensel sembolüydü. Çünkü her dönemde Uhudlar yaşanacak ve peygamber sevdalıları olan Müslümanlar bu imtihanla sınanacaklardı. Ve bugünün Uhud’u olan Avrupa’da Resulullah(a.s.v)’a ve dinine karşı ciddi bir savaş verilmektedir. Dört bir koldan İslam peygamberini kuşatarak, gah çirkin karikatürlerle, gah kirli siyasetleriyle, gah dini mekanları yasaklamaları ve Müslümanların örtülerine el uzatmaları ile alçakça saldırmaktadırlar. Her bir peygamber sevdalısı, Uhud savaşında Resulullah(a.s.v)’ın yaptığı çağrının kendisine yapıldığını düşünmeli ve; “Anam babam sana feda olsun. Lebbeyk Ya Resulullah(a.s.v)! İşte 21. Asırdaki genç yiğitlerin, Alilerin, Ebu Dücanelerin, Talha B. Ubeydullahların, Eneslerin, Hamzaların…” diyerek nebevi çağrıya icabet etmeli, sünnetini ve davasını muhafaza ederek sevgi ve sadakatini kanıtlamalıdır. Çünkü gerçekten peygamber(a.s.v) bizi çağırmaktadır.
Bu çağrıya icabet eden 21. Asrın sevgi ve sadakat timsali olan tüm peygamber sevdalılarına selam olsun.