• DOLAR 34.543
  • EURO 36.485
  • ALTIN 2877.961
  • ...

   Etrafımızda yüzlerce İslami hareket olduğu halde verilen mücadelelerde bazen ciddi bir yol alınmadığını fark etmişsinizdir. Hatta yıllar geçmesine rağmen ciddi bir imkan ve merhaleden sonra başladıkları yerlere geri dönen veya tüm genişlemeye rağmen toplumda tesirli bir dönüşüm gerçekleştiremeyen yapılara acıyla şahit olmuşsunuzdur.

   Bu yapı ve fertleri iyice analiz ettiğimizde doğru bir hareket fıkhından mahrum oldukları görülecektir. Mesele sadece haklı olmak, haklı bir davayı temsil etmek veya hak için mücadele etme arzusu değildir. Olmamalıdır da. Çünkü hak için deyip, batılın hanesine kazandıranların; imar sloganlarıyla ayağa kalkıp, tahrip ve ifsatla oturanların sayısı çok da az değildir. Öyleyse doğru bir dava ile beraber o davayı hedefe ulaştıracak doğru bir hareket usulü de şarttır. Çünkü doğru bir hedefe eğri yollarla ulaşılmadığı gibi izzetli bir hedefe, zillet basamaklarıyla da varılmaz.

  Eğer öyle olmasaydı vahyin beşeriyete uygulama modeli olan peygamberler de olmazdı. Öyleyse peygamberlerin hareket fıkhından mahrum olan hiçbir yapı zahiri ve batıni başarıyı beklememelidir. Çünkü başarı bizim bu modeller karşısında kendimizi sorgulamaya, formatlamaya ve sağlıklı bir hareket fıkhı belirlemeye bağlıdır. Bunu başarabildiğimiz konusu ise soru işaretleri ile doludur.

   Tevillerle öyle hareket fıkıhları türetilmiş ki insan şaşıyor doğrusu. Parçacı bakış açısı ile nerdeyse bir ömür boyu parçalara hapsolmuş hareketler... Örneğin; kimi hareketler birkaç yıl süren gizli davet dönemini öne sürerek nerdeyse bir ömür boyu içine hapsolduğu mağaradan dışarı başını çıkarmaz, kimi “fitne çıkarmak adam öldürmekten daha şiddetlidir” deyip küfrün huzurunu kaçırmak istemez, kimi hikmet edebiyatları içinde hak namına tek cümle kuramayacak hikmetsizliğe kendini hapseder, kimi “İslam huzur ve barış dini” diyerek küfrün huzurunu kaçırmamak için sesi yüksek çıkan kardeşlerini bile harcayacak kadar aşırıya kaçar, kimi “tedbir” der ama aktif iyilikle arasına metrelerce duvar örer, kimi “batıla kaşıkla verip, kepçe ile hak namına alacağım” der ama kepçesi hep batıldan yana çalışır, kimi “nefis terbiyesi” der ama nefsini cihada boyun eğdirmez, kimi “müsbet hareket” der ama İslam’ın izzeti için direnmeyi menfi görür, kimi “Kur’an hizmeti” der ama Kur’an-ı Kerim’in ruhundan bihaber yaşar, kimi “cihat” der ama kardeşlerini de kesmekten imtina etmez, kimi kardeşlikten, vahdetten dem vurur, ama batıla kurban ettiği kardeşleriyle “Sarı öküz” hikayesine rahmet(!) okutturur, kimi “mücadelem kefereye karşıdır” der ama kardeşlerini tekfir ettiği tekfirmatikleri elinden düşürmez… Maalesef Muhammedilik iddiasıyla ortaya çıkmış hareketlerin ekseriyeti ile Muhammedi bir hareket metodu(fıkhı) arasında dağlar kadar fark var.

    Bunlara ve ortada var olan hareketlerin birçoğuna kulak verdiğinizde hep; “hak ve hikmet(!)” söylemlerini duyarsınız. Bu söylemlere çokça şahit olmuş biri olarak; bu dar bakışları ve söylemleri bırakıp İslam peygamberinin(a.s.v) hareket fıkhına tekrardan bir göz atmalıyız, derim. Çünkü İslam bir bütündür parçacı bakışlara hapsedilemez, İslam’ın parolası izzettir, oraya zilletle girilemez.

     Elhasıl; tarih, bu hakikati ihmal edenlerin acı akıbetleriyle doludur. Bu yüzden yüreği Muhammedilikle atanın pratiği de Muhammedi bir hareket fıkhı ile şekillenmelidir.

Selam ve dua ile