Bu Toplum Her Şeye Rağmen Allah’a(c.c) ve Resulüne(a.s.v) Aşık Bir Toplumdur
Birçok mecliste konuşmacıların “Resulullah(a.s.v)’ı Sevmek” konulu konuşmalarına şahit olmuşsunuzdur. Resulullah’ı(a.s.v) sevme ile ilgili kriterler o kadar yüksek tutulur ki, konuşmalara şahit olan Müslümanlar büyük bir sevgiyle o salona akın etmelerine rağmen, kendi sevgilerinden kuşku duyarak ve kimisi de büyük bir özgüven kaybıyla geri dönmek zorunda kalır.
Elbette sevmek beraberinde bazı sorumlulukları da getirir. Seven sevdiğini üzmemek için veya onun gönlüne girmek için çırpınır, koşuşturur, yanar, mecnun olur çöllere düşer, Ferhat olur dağları deler ve gerekirse sevdiği için kanatlarını açar, tebessümle ölümü kucaklar… Yalnız bunu anlatırken bir tarafı da ıskalıyoruz sanki. Örneğin; annemizin ve babamızın söylediklerini çoğu zaman yerine getiremediğimiz olur. Bu, ne o anne ve babanın sevilmediği anlamını taşır ne de o anne ve babanın çocuğunun tüm sorumsuzluğuna rağmen kendilerine karşı beslenen o sevgiyi kabul etmedikleri anlamına gelir. İkram ve celal sahibi ve merhametlilerin en merhametlisi olan Allah u Teala’nın, ameli zayıf kullarının sevgisine karşı muamelesi bununla kıyaslanamayacak derecede büyüktür.
Öyleyse bu toplumun hazır bulunuşluk durumu göz önünde bulundurulmalı ve kalplerinde taşıdıkları duygulara da önem atfedilerek kıymet biçmek ve sevginin kemalini anlatırken kalplerde olanı da fazla örselememek lazım. İslam düşmanlarının plan ve projeleriyle, TV’siyle, gazetesiyle, dergisiyle, dizisiyle, ifsat anlaşmalarıyla, toplumun kılcal damarlarına kadar sızmış sinsi şeytanlarıyla bu toplum üzerinde yüzyıllardır uyguladıkları dinsizleştirme çalışmalarına, iç içe geçmiş yüzlerce düşman tarafından bin bir şekilde kuşatılmış olmasına ve binlerce manevi darbeye maruz kalmasına rağmen, bütünüyle diz çöktürülememiştir. Ve bu toplum tüm bunlara rağmen; “Anam babam sana feda olsun! Lebbeyk(buyur) Ya Resulallah!” demeyi bilmiştir.
Sürekli bu toplum üzerinde kara tablolar çizilse de bu toplumun mayasında Allah ve peygamber sevgisi yedisinden yetmişine herkesi kuşatmıştır. Bu öyle bir sevgi ki; açığından kapalısına, gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına, hatta içkilisinden içkisizine kadar herkesin kalbinde yer bulmuştur. Hz. Ömer(r.a), kıtlık dönemlerinde hırsızların ellerini kestirmezdi. Hatta Beytül Mal’dan bir şeyler çalan birinin arkasından;” o senin hakkındır.” Diye seslenmiştir. Yani bazı şartlarda amellere bakışlar bile değişmişken, bu toplum üzerinde oynanan binlerce oyuna rağmen hala ”Allah(c.c)” ve “peygamber(a.s.v) ” dendiği zaman o sevgi, gözlerde yaşlara ve dillerde “Lebbeyklere” dönüşüyorsa bundan daha büyük bir sevgi olabilir mi?
Hayber’in fethinde İslam ordularına mücahit olarak katılmış bir Müslüman, dökülen içkilerden dayanamayarak içmiş ve bu yüzden kendisine ceza uygulanmıştı. Bazı Müslümanlar ceza vermede aşırı gitmek istemişlerdi de şefkat peygamberi(a.s.v) buna mani olarak; “O Allah(c.c) ve Resulünü(a.s.v) seviyor.” demişti. Sahabeden biri Efendimize gelerek, kıyametin ne zaman kopacağını sorar. Peygamberimiz(a.s.v) de ona; kıyamet için ne hazırladığını, sorar. Sahabe de; “Allah ve resulünün sevgisini” diye cevap verir. Peygamberimiz(a.s.v) de bunun üzerine; “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Buyurur. Hz. Enes(r.a) bu sözün imandan sonra bize gelen en tatlı söz olduğunu söyler. Çünkü onlar amel olarak zayıf olduklarına karşı bu şekilde bir sevgiyle ulaşmayı ummuşlardı.
Şimdi bu tablolara bakınca bu toplumu, sevgide sınıfta bırakmak insaf işi midir? Vallahi! Çok yorgun ve argın düşürülse de “Allah” ve “Resulü” bu toplumun sinir uçlarıdır. Ve bu sinir uçlarına dokunulduğu zaman bu toplumun neler yapabileceği, dost düşman herkesin tecrübe ettiği bir mevzu olsa gerek. Bu yüzden bu toplumu sürekli etiketleyerek idamına hükmedenleri vasat bir bakış açısına, düşmanı ise bu toplumun sinir uçları olan kutsallara saldırı konusunda haddini bilmeye davet ediyorum!