Dava derdi ile dertlenmek
Mümin dava yolunda taş değil,
Harç gibi olmalı açılan tüm gedikleri kapatabilecek, tamir edebilecek kapasiteye sahip olmalı.
Üzülse de, ezilse de, yoldaki dikenlere takılmadan yürümeli hedefine doğru...
Öyle bir aşk ile sarılmalı ki, davasına, yüreği bu ulvi aşkın membaı olmalı...
İlahi aşka susamış dimağlar bu membadan kana kana içmeli...
Zemzem gibi şifa kaynağı olmalı bir davetçi...
Ona gelen hasta kalplere, hekim olmalı...
Bazen Ensar, misali cömertliğin zirvesi olan 'isar' gibi ilaç olmalı muhacir kardeşlerine...
Bazen sicim sicim akan mazlumların gözyaşlarına mendil olmalı...
Masum çocuklar misali, şefkatine sığınan mahzun yürekleri, anne şefkatiyle kuşatmalı...
Yüreğinden, yüreklere Muhabbetullah çeşmesini ardına kadar açmalı...
Zira hidayet yolları, muhabbetten geçer. Muhabbetsiz iman, tuzsuz aşa benzer. Hakeza akıllı bir davetçi muhabbetle yol bulur, muhabbetle yol olur ancak. Değil mi ki, 18 bin aleme sağanak sağanak, rahmet yağan bir Peygamber (sav ) davasını bu vesile ile tüm aleme ve Ademe şerha şerha yaydı.
Bu gün bir çok davetçi kardeşlerimiz bulunduğu ortam ve durumdan şikayetçi, peki acaba biz görevimizi hakkıyla yerine getire biliyor muyuz? Bazı sorumluk alanlarında, aldığımız emaneti hakkıyla koruyabiliyor muyuz?
Yoksa suçu hep başkalarında arayıp, hemen savunma mekanizmasına mı geçiyoruz?
Maalesef toplum olarak içler açısı bir durumdayız. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" misali,
Etrafımızdaki cehalet ve rezaletler artık bizi pek de rahatsız etmiyor. Zira zaten rahatsız etseydi rahatımızdan vazgeçer, ifsada sürüklenen, insanlığın ıslahı için,
gayret sarf ederdik. Rahat ve konforlu modern hayat tarzı bizleri öyle bir hale getirmiş ki, kaybettiğimiz birçok değerimizin farkında dahi değiliz. Öyle ki; rahatın getirdiği rehavet ve tembellik üzerimize gaflet yorganını örtüverdi. "Sen yatmaya devam et! Hep sen mi? Biraz da başkaları yapsın" ya da "artık yaşlandın bırak gençler yapsın" gibi algı operasyonuyla, nefis bizleri adeta zapt u rapt altına almış durumda...
Şunu asla unutmamak gerek ki, bizler hepimiz Allah’ın görevli birer memuruz. Dolayısıyla bu davada emeklilik yaşı, mezara kadar devam etmek durumundadır. Eğer bir kalpte iman varsa o kalp her dem genç ve dinçtir. Davetçi kardeşlerin her dem bunu hafızalarında canlı tutup, kendilerini bu yönde motive etmeleri gerekmektedir. Aksi taktirde böyle bir psikolojide olan davetçi, çalışma alanında olsa dahi verimli olamaz.
Hakeza, davetçiyi her dem dinç tutan en büyük iksir manevi motivasyondur. Yani her davetçi, başta kendi hekimliğini iyi yapacak, hasta ve hassas olan kalbini tedavi edecek ki, bazı cerrahi müdahalelerde duygularına yenik düşmesin. Öyle bir hekim ki, dalında uzman bir hekim...
Tabii ki, bu hekim önce gelen hastaları ile arasında sarsılmaz sağlam bir muhabbet köprüsü kurmalı, bu köprünün kolonları ise Muhabbetullah'a dayanmalı ki, kolay kolay sarsılmasın.
Önce muhabbet sonra müzakere ve muayene yapılmalı.
Bir hekim iyi bir dinleyici olmasını bilmeli.
Zira iyi dinlenmeyen dert, yanlış tedaviye yönlendirir ki, bu bazen hastanın ölümüne dahi sebebiyet verebilir. İlaç yazarken ya da sunarken, geçici ağrı kesicilerden ziyade, hastalığın tedavisinde aktif rol alan ilaçlar tavsiye edilmeli.
Durumu ağır olan bazı hastalar var ki, yıllarca yaraları hep pansuman ile geçiştirildi, dolayısıyla o hastalarımızın çoğu, bugün ya dava yolunda sakatlandılar ya da beyin ölümleri gerçekleşti. Bizim payımıza düşen de sadece acı gözyaşı ve hasret oldu belki...
O nedenle, bu elim vakaların tekerrür etmemesi için, tüm hekim hükmünde olan davetçi kardeşlerim! Görevlerine çok daha itina ile sarılmalılar. Bazı hastalar asi olabilir, bazıları tavsiye ettiğiniz reçeteyi yırtıp atabilir ya da verdiğiniz perhize uymayabilir, tüm bunlara sabrederek yaşamaya devam...
Vesselam...